30 Ocak 2010 Cumartesi

across the universe

uzun zamandır izemek istediğim bir filmdi.



beatles en sevdiğim müzik gruplarından biri, bunun nedenlerinden biri, zamanın birinde, bir şekilde elime geçen best of kasetlerini (biz kaset derdik albümlere) onlarca defa dinlemiş olmamdı.

zamanında çok dinlediğim bu şarkıları bir daha dinleyememiştim.

dün across the universe adlı filmi izlerken o günlere gittim, film çok başarılı, özellikle benim gibi çok fazla müzikal sevmeyen bir odunun bile ilgiyle izlemesini sağlıyor. hiç sıkılmıyorsunuz.

beatles şarkılarını çok güzel bir şekilde uyarlamışlar, bazı şarkıların hangileri olduğunu bir kaç ezgisinden çıkarabiliyorsunuz, biz dün izlerken çok eğlendik.

sadece müzikleriyle değil, atmosferiyle de ilgimizi çekti, kamera arkası görüntülerinden anladığım kadarıyla kadın yönetmen yönetmiş, çekimler harika (biliyorum hıncal uluç tadı yakaladım), film hiç bitmesin istedik o derece

zaten bir filmin ekstralarına hararetli bir şekilde bakıyorsanız o film olmuş demektir.

bir de çok güzel bir oyun keşfettik, filmde öyle şarkılar var ki, yok artık bunu da beatles söylemiş olamaz çok alakasız diyorsunuz. filmde söylenen şarkının sözlerinden isminin ne olduğunu tahmin etmeye çalışıp, sonrasında da youtube'ta orjinali izliyorsunuz. çok zevkli, ki gerçekten beatles'ın ne kadar farklı bir grup olduğunu bir kere daha görüyorsunuz

amcalar ne müzik yapmış, ablalar ne film çekmiş, valla çok beğendim. tavsiye ederim

27 Ocak 2010 Çarşamba

insanın yaşlandığını anladığı an


Böyle başlayan hikayeler var, şöyle olduğunda anlarsın, böyle olduğunda anlarsın diye, ancak benim ki biraz garip oldu.

Dün eve çıkmak için apartmanın asansörüne bindim. asansör, bidiğiniz içinde ayna olan türden bir asansördü. (bu arada asansör içindeki aynalardan oldum olası tırsmışımdır, her zaman sanki arkasında bir kamera varmış ve birileri evinden girip çıkanların ayna karşısındaki hallerini izliyormuş gibi gelir, neyse konumuz bu değil) tüm fobilerimden sıyrılıp aynaya yaklaştım ve suratıma baktım.


ve dank etti..
 
yaşlanmışım, evet o an, tam olarak o an anladım yaşlandığımı. suratımı inceledim ve o kadar yabancılaştım ki, aynadan bana bakan başka biriydi sanki.
 
sizde de böyle mi oldu bilmiyorum, insan yaşlandığını bir an da mı anlıyor acaba.
 
eve girdiğimde eski fotoğraflarıma baktım, 3-4 yıl önceki nişan fotoğraflarıma mesela ya da askerden önceki tatil fotoğraflarıma, ulan resmen bir çocuk vardı karşımda, inanamadım. insan her gün her gün kendini gördüğü için anlayamıyor belki de, birden dank ediveriyor işte.
 
ulan resmen çocukların gelip amca diyeceği yaşa gelmişim, abilik dönemi bitti , bu gidişle yakında baba olursam şaşırmamak lazım
 
yaşlandım

25 Ocak 2010 Pazartesi

istanbul'a kar yağıyordu



insanın böyle eve kapanması hiç dışarı çıkmayası geliyor.
son dönemlerdeki iş yoğunluğundan zaten kafamı kaldıramayacak pozisyondayım, bir yandan eşim evde ayağının düzelmesini bekliyor, böyle olunca bugün hiç işe gidesim gelmedi valla, bütün perdeleri sonuna kadar açayım, oturup kar izleyeyim istiyorum.

öncelikle eve yiyecek depolamak lazım, sonrasında ise bol bol dvd.. normal hava koşullarında bile 2 damla yağmur ile kesilen digiturk yayını kar dolayısıyla tamamen gitti, 3-4 gündür televizyon yok, evdeki dvd'leri tüketiyoruz. son gözdemiz fringe, ha babam fringe izliyoruz bu günlerde, güneşin olmadığı karanlık bir havayla daha iyi gidiyor, bir de üzerine kayıp sembolü okudum eş zamanlı, artık her şey olağan geliyor lan, sanki duvardan geçip yan tarafa gitsem, üzerine bir de ışınlanma isteyeceğim o derece.

işte ben de digiturk gibi dükkanı kapatıp evde oturayım istedim, yani böyle bir durum olunca insan ne yapar, mesela arar müdürünü " öhöö öhöö biraz hastayım galiba, bugün gelemiyeceğim öhöö öhöö" diye yalan atar, ulan benimkiler yamiyor ki, hastanede çalışıyorum ben, adam diyo ki, gel burda baksın doktor, yani hastalık yalanı tırt anlıyacağınız.

ben de bindim minibüse geldim işyerine, arabayı çıkarmadım tabi ki, şimdi efendime sööliim, bunun zinciri var, kış lastiği var falan ama bende yok işte, o yüzden minibüse binip kendimi garantiye alayım dedim, arkadaş kadıköydeki minibüs duraklarını öyle bir değiştirmişler ki, sanırsın labirentte bir fareyim, kadıköy E-5 minibüsü de peynir, zor bela buldum da, geldim işyerine.

ne kar yaptı yalnız, dondum dondum, aman diyim, eğer hastanede çalışmıyorsanız, sesinizi biraz kalınlaştırıp arayın müdürünüzü "hastayım öhöö" ayağını yerler bunlar genelde, çıkmayın dışarıya, bir de benim için açın perdeleri sonuna kadar

18 Ocak 2010 Pazartesi

engellilerin engelleri

eşimin ayağı kırılınca ve ayağının üzerine basmaması gerekince, ister istemez alışveriş merkezlerine hapsoluyorsun, kadıköyde ikamet ettiğimizden dolayı, nautilus ve optimuma gittik bu süreçte

girişte tekerlekli sandalye aldık (ki bu konuda optimum iğrenç bir yer, sizi en az 20 dakika bekletiyorlar, tekerlekli sandalyeleri en üst kata koymuşlar, girişe gelmesi zaten 15 dakika sürüyor, halbuki giriş tarafına bir alana koysalar problem olmayacak)

tabii girmeden önce engelli otoparkına koyduk arabamızı, çünkü gerçekten uzak bir alandan ilerleme ihtimalimiz yok, ancak en azından kadıköy bölgesinde ne kadar çok öküz olduğunu görme fırsatım oldu, bu öküzler, araçlarını engelli alanına parkedip milletin gözüne baka baka yürüyüp içeri giriyorlar, başkası zor durumda kalacak umurlarında değil

alışveriş merkezlerinde kattan kata gitmek ise bir ölüm, mutlaka asansörü kullanmanız gerekiyor. bu konuda nautilusa giden insanlar daha medeni açıkcası, bizi gördüklerinde asansörden inip yer verenler oldu. Ancak optimuma gidenler resmen asansöre binmek için bizimle yarıştılar, insana saygıları da kalmamış bunların.

insan başına gelince anlıyor böyle şeyleri, tekerlekli sandalyeyi sürmeye başladığımdan itibaren, dolaşırken herkes mal mal suratına bakıyor, inceliyor, yürüyen merdivenler de tekerekli sandalye için çok uygunsuz.

zormuş gerçekten

9 Ocak 2010 Cumartesi

kötü başlangıç



2010 dedik, yeni yıl dedik, yeni umutlar, güzel günler dedik, herkes girince biz de yeni bir hevesle girdik yeni yıla, herkes girmişken ben girmemezlik edemedim şahsım adına.

ancak kötü başladık.

yeni bir projeye başladım, işlerim yoğunlaştı, yoğunluğum arttı, bırak blog yazmayı, bir milliyet.com'daki haberlere tıklayamaz oldum. yani yoğun başladı 2010

karıcım biricik papatyam, ayağını kırdı, görünmez kaza kendisini karımın bileğinde gösterdi, kendisi evde oturuyor şimdi, sıkıntıdan patlyor, allahtan bir ağrısı sızısı yok şimdilik, ancak ayağının üzerinde basmaması lazım, evden de çalışabildiği bir işi olduğu için, boş boş oturamıyor da, bir yandan rapor yazıyor, yani sakat başladı 2010

babaannemi kaybettim, 2 gün önce ilk uçakla aydın'a gittim cenazesini kaldırdım ve döndüm, herkes perişan, ölü evi ne kadar iç açıcıysa o kadar içaçıcı bir başlangıç oldu 2010

bunların hepsinin 9 güne sığması da ayrı bir başarı oldu, önümüzdeki maçlara bakıyoruz artık.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails