30 Eylül 2009 Çarşamba

örtmenim örtmenim

yaş ve mevki farketmiyor, insan ne olursa olsun, kim olursa olsun, ders ortamına girdi mi, biri ona ders anlatmaya başladı mı ve sıralara oturdu mu, tüm eski alışkanlıkları geri geliyor

italya dönüşü, enerji yöneticisi eğitimine başladım, hiç iş yerine gitmeden 8 ekim'e kadar bu eğitime devam edeceğim, sabah 9 akşam 5 bir sürü teknik konuda mühendis seviyesinde eğitim alıyorum, böylece italya seyahati ile birlikte 2,5 hafta işten uzakta olmuş olacağım, insanın hiç dönesi gelmiyor valla



eğitim sırasında internet bağlantısı olmasına rağmen laptop'umu götürmediğim için oradan internete giremiyorum, zaten italyada da internete girtmemiştim (niye gireyim zaten gezmek varken) böylece yaklaşık 2 haftadır her türlü haberden yoksunum, fenerimin maçlarını bile babamla telefonda konuşurken öğrendim, kanaryam şahlanmış yoluna devam ediyormuş.

ha şu an istanbuldayım ama internet sağolsun çok uzun zaman önce bendeki gazete okuma alışkanlığını, internetten haber başlıklarını okuma alışkanlığına sevk etmişti, neyse bu saatte bloga yazı yazmam bundandır yani, internete giremiyorum sabahları

konumuza dönecek olursak toplam 3 gündür bir eğitimdeyim ve 1 hafta daha sürecek kasıntı bir eğitim, resmen sabah öğlen yoklama alıyorlar ve mecburen her derse girmek zorunda kalıyorum

eğitimin amacı çok güzel, kısıtlı olan ve her geçen gün bitmeye devam eden enerji kaynaklarının verimli kullanılması için 2008 yılında çıkarılan bir kanunla (enver kanunu diye geçiyor) belli bir enerji tüketen her binanın bir enerji yöneticisi olmak zorunda ve bu enerji yöneticisi de sertifikalı olmalı, işte benim gittiğim eğitim sonunda da bu sertifikayı veriyorlar
 
tabi olay kanuni ve yaptırımı para cezası şeklinde olunca ilgi büyük ancak şu an çok bilinmediği için sadece büyük şirketlerin yöneticileri, müdürleri, mdr yrd ve sorumluları katılıyor şu an gittiğim eğitimde de bir sürü yönetici arkadaş mevcut

başta dediğim gibi, yaşları ve mevkileri ne olursa olsun (bu arada en gençleri benim) ders başladığı anda ve sınıf ortamı, öğretmen olduğunda herkes bir şekle bürünüyor
kimi her derste atlayıp, bir şeyler anlatarak ne kadar bilgili olduğunu göstermeye çalışıyor, kimi devamlı telefonuyla uğraşıyor, ki mi de devamlı not tutuyor, ki mi de devamlı yanındakiyle konuşuyor

ben ise bu kategorilerin hiçbirine  girmiyorum, zaten oldum olası derse girmeyi sevmezdim, hatta üniversite hayatım boyunca sabah derslerine kalkmama ve gitmeme gibi bir huyum hep olmuştur, tabii bu eğitim paralı ve şirket tarafından bu ücret ödendiği için yoklamalara katılıyorum, sınıf mevcudu 16 kişi olduğu için yerime imza atma gibi bir olay da olamıyor.

ben yine her zamanki gibi en arka sırada dersi dinlerken ve elimde devamlı bir kalem döndürürken buluyorum kendimi, kendimi öne atmıyorum bilsem bile söylemiyorum (sanırım sınıfın en küçüğü ve en toyu olmamda da bunun katkısı var) arkada sessiz sakin bir şekilde kalem döndürüyorum

sanırım en çok özlediğim şey bu olmuş kalem çevirmek, hatta bazen ders aralarında bile kodaman amcaların muhabbetlerinden sıkılıp sırama oturuyor ve kalem çeviriyorum.

özlemişim lan, karar verdim yarın ders ortasında izin isteyip tuvalete gitcem maksat eski günleri analım..

Not: italya i - na - nıl - maz güzeldi, tuttuğum notları ara ara paylaşmayı düşünüyorum, sırasıyla venedik-floransa-siena-san giovanni (yada buna benzer bileydi unuttum valla) - pisa- roma-ortievo-pompei ve napoliyi gezdik 8 gün, anlatacak o kadar şey birikti ki, toplam 630 fotoğraf ve 210 dakika video çekmişiz, tüm italya tarihini ezberledim lan 

18 Eylül 2009 Cuma

italya

heyecan var şimdi evde ve bende de tabii ki..

yaklaşık 3 gündür işyerimde sadece italya çalışıyorum, evet bildiğin italya, roma'da nereye gidilir ne yenir, metro durakları nerede, en güzel müze ne tarafta kalıyor.

floransa'da ulaşım nasıl yapılır, pisa kulesi çok uzakta kalıyor mu? trenle kaç saat sürüyor, floransanın en yüksek tepesi nerededir.

venedik'te meşhur kanallara yüzülerek gidilir mi (yuh), gondol fiyatları ne kadardır, gidince maske almayanı dövüyorlar mı?

bu ve buna benzer soruları çalışıyorum, gayet ciddi bir şekilde sınava hazırlanır gibi hazırlanıyorum, arada notlar alarak, önemli yerlerin altını çiziyorum (mesela floransadaki michelengelo(böyle yazılıyordur umarım) tepesine mutlaka gidilecek, vatikanın ünlü merdivenlerine mutlaka tırmanılacak vb.)

bu akşam italya'ya uçuyoruz, pronto tur ile, tam 7 gece 8 gün sürecek bir italya macerası yaşamaya,

geçen sene de ispanya'ya madrid'e 3 günlüğüne gitmiştik, ilk yurtdışı maceramdı benim, aşık olmuştum madrid'e hala aşığım gerçi, bakalım italya ne gösterecek

ingilizce bilmenin rahatlığı olsa da, geçen sene sıfır ingilizce bilen ispanyol kasiyerlerle tarzanca anlaşmıştık, ancak şimdi italyanca konusunda kendisini geliştirmeye hevesli eşim var, ingilizcenin yetmediği durumlarda tarzancamıza italyanca da katabileceğiz.

dönüşte izlenimlerimi paylaşıcam tabii ki, fotoğraflarla destekleyerek.

vala bak yine içim kıpır kıpır oldu heyecanlandım,

yağmurlu bir italya bekliyor bizi muhtemelen, olsun lan, yazın çok sıcak oluyomuş zaten, böyle püfür püfür italya havası alır geliriz biz de..

15 Eylül 2009 Salı

murat murathanoğlu

dün maçı izlerken aklıma geldi,

murat muratanoğlu spikerliği bıraktığında ne yapacaz lan biz..

kadir gecesi orucu

çevremdeki çoğu müslüman türk vatandaşı gibi kadir gecesinin olduğu gün oruç tutuyorum. bu yüzden dün gece sahura kalktım, ancak nedense bir türlü tam olarak hatırlayamıyorum.

eskiden de böyleydi bu, gecenin karanlığından mutfağın ışığına gittiğimde her şey bulanıklaşıverirdi, bulanık peynir, bulanık salam, bulanık çay..

özellikle yüzümü yıkamıyorum böyle durumlarda, aklımca bir an önce yemeğimi yiyip daha sonrasında hemen uykuya dalacağım..

ritüel evlendikten sonra da devam etti, biricik karıcım benden daha erken kalkıp bir şeyler hazırlamış sağolsun, nasıl uyandım mutfağa nasıl gittim çay içmeye nasıl başladım hiç hatırlamıyorum. bir ara çay damağımı yaktı da nerede olduğumu idrak edebildim.

sabah kalktığında ise rüya gibi geliyor insana, ne konuştuğumu bile hatırlamıyorum..

evet karnım tok olduğuna göre gece uyandım sanırım ve bir şeyler yedim. davulcu uğramıyor bizim oralara nedense ama geliyor da biz mi duymuyoruz yoksa nasıl olsa bunları uyandıracak bir saatleri vardır diye mi düşünüyor bilemiyorum.

ama sahur güzel lan aslında, bir de şu kanımın guruldaması olmasa

12 Eylül 2009 Cumartesi

geç te olsa, önlem almak ta bir şeydir

birşeyler olduktan sonra önlem almada üzerimize yok,

dün akşam (en azından benim bölgemde) yağmur yağmadı. allaha şükür yağmadı, ancak gece dışarı çıktığımda şu manzara ile karşılaştım.

oturduğum yerin yakınındaki barlar, restoranlar kapı önlerine kum torbaları yığmışlardı ve bazıları da bir yerlerden dalgıç pompa getirmişlerdi.


sel olursa kum torbaları set olacak, içeriye su dolarsa dalgıç pompa vasıtası ile suyu dışarı atacaklar.

sevindim açıkcası, mühendis olarak çalışmamın dışında, çalıştığım yerde aynı zamanda acil durum yöneticisiyim, bu yüzden bu konularda böyle gelişmeler oldu mu seviniyorum.

geçen yazdığım gibi 4-5 kamerayla istanbulu seyrederek olmuyor bu işler, plan program lazım, plan program çerçevesinde çalışmak ta nedense bizim türklerin hiç beceremediği bir şey,

nedense günü kurtaracak şeyler yapmayı çok iyi beceriyoruz da, ileriye dönük projelendirme de çok eksiğiz, en büyük problemimiz de bu zaten

10 Eylül 2009 Perşembe

harika milli takım

bak ben bugün milli maç hakkında yazacaktım unutmuşum..

inanılmaz güzel bir maçtı, tüm oyuncularımız harika oynadılar, defansı yerinde hücumu yerinde yaptılar, tam zamanında preslerle rakibi durdurmayı bildiler ve bu sayede gruplarında birinciliği garantilediler.

ne o şaşırdın mı, tabii ki basketbol milli takımından bahsediyorum, inanılmaz harika işler çıkartıyorlar bu turnuvada

futbol maçını da izledim tabii ki ama ne siz hatırlatın ne ben hatırlayayım

utanın biraz

dehşet içinde izledim görüntüleri

kadıköyde yaşamama rağmen dün bizim buralara çok uğramadı yağmur, bir ara gece gök gürültüleriyle uyandım, normalde içinde doğru düzgün su olmayan kurbağalıdere gürül gürül akıyordu, gece saat 4 sularında oluyordu bu olaylar, ben bilemedim karşı tarafın bu kadar su altında kalacağını

internet sitelerinden ne kadar takip edilse de televizyondan izlemek gibi olmuyor, olay anında muhabirler olay yerine gidince vehameti daha görebildim, istanbul'un en ana arteri sular içinde, buna sular içinde demek te çok doğru değil aslında bildiğin nehir olmuş, 2 metre boyunda bir nehir,

oradaki çaresizliği düşündüm, arabanın üstündeyim ve her yerden su geliyor, iyi yüzme bilmeme rağmen suya atlayamıyorm, çünkü hemen ileride suyun taziğin ne kadar fazla olduğunu görüyorum, asfaltı, arabaları kaldırmış su, bunun yüzmekle alakası yok

o kadar utanmaz, artık suratı kayış gibi olmuş, siyasi emelleri uğruna ruhlarını satmış insanlar var ki, utanmadan televizyonlara çıkıp milyonlarca insana suçlunun istanbullular olduğunu söylemişler, açıkcası ben televizyona çıkmaya bile utanırım, suratlarından akıyor artık pislikler,

onların soyundan gelenler, onların anlayışlarından gelenler yağmalıyordu işte dün, 2-3 paralık insanlar, sabah nihat sırdar söyledi radyoda niye çalıyorsunuz demişler, bunlar da onlar zaten oruç tutmuyor bir şey olmaz demişler, allah belanızı versin, ne diyeyim bilemiyorum ki, akşam iftar sofrasında o çaldığınız porselenlerle yemek yiyecekseniz, boğazınızda kalsın tüm yiyecekler

bu hasta ruhlar başımızdaki hasta ruhların uzantısı işte, vali yağma yok diyormuş, ayıp ayıp, gözümüze baka baka yalan söylüyorlar artık adiler, şerefsizler

afet merkezinde oturup çay içiyorlar bütün gün herhalde, haa pardon ramazandaydık değil mi, çay içmiyorlardır o zaman müslüman insanlar, oraya 5-6 trafik kamerasının görüntüsünü aktarmakla olmuyormuş demek ki,

31 kişi ölmüş lan, neden bahsediyosunuz hala, bugün önlem alırlar artık götümün kenarları, önce başımıza gelecek tabii, sonra akılları başına geliyor, tekrar söylüyorum allah belanızı versin, utanın biraz adi şerefsizler

8 Eylül 2009 Salı

naber??

yazmıyorum ne zamandır, zaten topu topu 3-5 kişi okuyor, ha okunsun diye değil içimdekileri dökeyim diye yazıyorum ayrı, ama özlediniz mi lan haa, valla mı.. iyi o zaman

çok yoğun şu sıralar, iş güç akşam nasıl 6 oluyor anlamıyorum, o yüzden yazı yazamaz oldum bu aralar,

tembelik etkeni de var tabii bunun içinde, bıraktım sanmayın diye yazıyorum, çok umrunuzda değil muhtemelen ama yazıcam yine haberiniz olsun

2 Eylül 2009 Çarşamba

yurt dolabı özgürlüğü engellenemez!

hiç güleceğim yoktu sevgili blog, sabah sabah eşim şu haberi gönderdi.

haberde kısaca şöyle diyor, erdoğan, yurtlarda öğrenciler sabah dolabı açtıklarında kendi suratlarını görsün istiyormuş bu yüzden her dolaba ayna takılmasını istemiş.
ha ha ha, bak valla tutamıyorum kendimi, ofiste gülmekteyim, bu adam hiç yurtta kalmamış anlaşılan ama ben kaldım, anlatayım

lise dönemim 3 yıl yurtta geçti, ondan sonra 2 yıl kadar da üniversitenin yurdunda kaldım, toplam 5 yıllık bir yurt hayatım mevcut, bu beş yılda, bir çok dolabım oldu diyebilirim.

bilmeyenler için söylemek gerekirse bir yatılı öğrenci dolabı küçüktür, 3, yok yok 4 kısımdan oluşur, en üstte jöledir, diş fırçasıdır, ıvır zıvırdır koymak için bir alan, ortada kıyafetleri koyabileceğiniz gömleklerinizi asabileceğiniz bir alan ve en altta da ayakkabılarınızı ya da arkadaşlarınızdan saklamaya çalıştığınız yiyecekleri koyabileceğiniz bir alan olur, bir de 4. kısım olarak dolabın kapağı vardır. bu kapak biz yatılı öğrencilerin yaratcılıklarına bırakılmıştır.

şimdi hatırlarım benim kapağımda (lisedekinden bahsediyorum) lateitia casta ve demet şener (taş olduğu zamanlar) fotoğrafı vardı, her sabah uyandığımda o fotoğraflara bakar ve kendimi iyi hissederdim.

şimdi efendim erdoğan demiş ki; yurtlardaki olumsuz görüntüyü ortadan kaldırmaya çalışıyoruz, her dolaba ayna koyalım, öğrenci sabah uyandığında kendini görsün sayın erdoğan şimdi size buradan soruyorum, acaba ben sabah lateitia casta'yı gördüğümde mi daha mutlu olurum, yoksa saba uyanmış yüzü şişmiş, darmadağınık bir öküz yavrusu gördüğümde mi?

ben ne olacağını söyleyeyim, yurdum öğrencisi alacak o aynanın üstünü kız arkadaşının ya da sevdiği bir mankenin fotoğrafı ile kaplayacak, kimse bizim dolabımızın kapağıyla oynayamaz kardeşim

1 Eylül 2009 Salı

şafak doğan güneş

15 mayıs 2008 günü (bir buçuk yıl önce) geriye dönüp bu kadar zaman geçtiğini görünce çok şaşırıyor insanoğlu, bırak günleri, saatlerin bile geçmediği kabus dolu bir 156 gün sonrasında bir bakıyorsun yüzlerce gün geçmiş aradan, çabucak, hızlı.

hayatımın 156 gününü çalmış bir sistemden söz ediyoruz, hiçbir işe yaramadan geçen 156 gün, mühendisim ben, devletin, okumam ve mühendislik yapmam için kurduğu üniversiteden mezun oldum, yükseğini de okuyup yüksek mühendis oldum, ancak hem kendim adına hem ülkem adına yararlı olabileceğim bu 156 günümü heba ettim. hiçbirşey yapmadan gelen telefonlara baktım sadece (elektronik mühendisiyiz ya)

arada bir telefon gelirdi ana karargahtan, albay şimdi çıktı diye, albay'ın karargah dışına çıkması bile büyük bir korku yaşatırdı bize, ya gelirse, ya bize uğrarsa belki gelir diye her yer baştan başa yıkanır, tüm gece nöbet tutmuş garibim askerler istirahatlerinden kaldırılır, yerler silinir, yemekler bile düzelirdi.ne olacak sanki, albay geldiğinde "bu adam dün gece nöbetteydi o yüzden istirahat ediyor efendim" desek ne olacak, nedir bu korku, neden insanlara bir hayvanmış gibi davranılıyor, "kalksın ne olacak ya albay gelirse" telaşı için gitmişim ben askere meğer..

vatan uğruna gerekirse savaşılır, gerekirse çarpışılır, çarpışarak kazanılmış toprakların sahipleriyiz bizler, ancak ben albay belki uğrar diye elimde paspas yerleri sileyim diye gitmişim meğer askere, ast üst ilişkisinin yarattığı disiplin sonucu oluşan çürümüşlüklerden bahsetmek bile istemiyorum, hatırlamak bile tiksinmeme neden oluyor çünkü

eleştiri yapıldığında "askerde dayak yok" diye çıkıyorlar ortaya, ben yemedim ama yiyeni de çok gördüm, yemekten beter olanı da, kime hikaye anlatıyorsunuz herkes askerliğini yaparken görüyor zaten bunları.

1 koğuşta 60 kişinin kokusu içinde, sadece 3 aydır tanıdığınız halde kardeşinizden de yakın gelen insanlarda olacaktır elbette, numaralar alınır adresler verilir birbirine, ama askerden sonra sıkı fıkı görüşenini ben görmedim açıkcası, belki de o günleri tekrar hatırlamamak için görüşmüyor insanlar

şimdi de diyorlar ki, 156 gün az, asker lazım bize. herkes uzun dönem yapsın, yapsın, gerekirse uzun dönem yapsın, ama bir işe yarayacaksa yapsın, birbirlerinin götünü yalamak için kullanılmasa asker, ya da çocukluğunu yaşayamamış ve hiçbir zaman yaşayamayacağı için hiçbir zaman da ergenliğe tam olarak geçemeyen subayların egolarını tatmin etmek için yapılmasa

o zaman işte, ileride çocuğumu da gönül rahatlığıyla gönderiririm askere, helal olsun. ancak dediğim gibi sizin egonuzu tatmin için göndereceğime, ben de torpil yoluna gideceğim muhtemelen.

şafak doğan güneş deyince işte, hepsini unutuveriyor insanoğlu, bu yüzden evrimleşip günümüze kadar gelebilmişiz zaten, herşeye ayak uydurabiliyor.

tüm gece gözünü kırpamıyorsun heyecandan, cep telefonu olacak hayatında, dışarıda nişanlın, istediğin zaman konuşabileceksin daha ne olsun, istediğinde mc donalds'a gidip hamburger yiyeceksin, sokaklarda yürüyeceksin (amaçsız), çok tv izlemeyen biri olarak bile kral tv'den başka bir kanal izleyebileceksin ve kumanda senin elinde olacak

özgürlük tanımı insandan insana değişse de, belki de askerliğin öğrettiği şey sabretmek ve elindekilerin kıymetini bilmek, kaybedince anlıyor ne de olsa insanoğlu.

yüksek elektronik mühendisi birini telefonlara baktırtan, yeri paspaslatan ve 5 ayını boşa geçirten bir kurumdan ayrılacağın gece şafak doğan güneş diye haykırmak istiyor insan, ağaçlara, sokaklara, oyun oynayan çocuklara duyurmak istiyor, bitiyor diye.

1,5 yıl geçmiş üzerinden ama şafak doğan güneş dediğimde ve ayrılırken arkama son bir kez baktığımda o lanet yeri geride bırakmanın mutluluğunu hiç bir şeyle tanımlayamam.

o gün doğan güneş benimdi çünkü, sadece benim

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails