1 Eylül 2009 Salı

şafak doğan güneş

15 mayıs 2008 günü (bir buçuk yıl önce) geriye dönüp bu kadar zaman geçtiğini görünce çok şaşırıyor insanoğlu, bırak günleri, saatlerin bile geçmediği kabus dolu bir 156 gün sonrasında bir bakıyorsun yüzlerce gün geçmiş aradan, çabucak, hızlı.

hayatımın 156 gününü çalmış bir sistemden söz ediyoruz, hiçbir işe yaramadan geçen 156 gün, mühendisim ben, devletin, okumam ve mühendislik yapmam için kurduğu üniversiteden mezun oldum, yükseğini de okuyup yüksek mühendis oldum, ancak hem kendim adına hem ülkem adına yararlı olabileceğim bu 156 günümü heba ettim. hiçbirşey yapmadan gelen telefonlara baktım sadece (elektronik mühendisiyiz ya)

arada bir telefon gelirdi ana karargahtan, albay şimdi çıktı diye, albay'ın karargah dışına çıkması bile büyük bir korku yaşatırdı bize, ya gelirse, ya bize uğrarsa belki gelir diye her yer baştan başa yıkanır, tüm gece nöbet tutmuş garibim askerler istirahatlerinden kaldırılır, yerler silinir, yemekler bile düzelirdi.ne olacak sanki, albay geldiğinde "bu adam dün gece nöbetteydi o yüzden istirahat ediyor efendim" desek ne olacak, nedir bu korku, neden insanlara bir hayvanmış gibi davranılıyor, "kalksın ne olacak ya albay gelirse" telaşı için gitmişim ben askere meğer..

vatan uğruna gerekirse savaşılır, gerekirse çarpışılır, çarpışarak kazanılmış toprakların sahipleriyiz bizler, ancak ben albay belki uğrar diye elimde paspas yerleri sileyim diye gitmişim meğer askere, ast üst ilişkisinin yarattığı disiplin sonucu oluşan çürümüşlüklerden bahsetmek bile istemiyorum, hatırlamak bile tiksinmeme neden oluyor çünkü

eleştiri yapıldığında "askerde dayak yok" diye çıkıyorlar ortaya, ben yemedim ama yiyeni de çok gördüm, yemekten beter olanı da, kime hikaye anlatıyorsunuz herkes askerliğini yaparken görüyor zaten bunları.

1 koğuşta 60 kişinin kokusu içinde, sadece 3 aydır tanıdığınız halde kardeşinizden de yakın gelen insanlarda olacaktır elbette, numaralar alınır adresler verilir birbirine, ama askerden sonra sıkı fıkı görüşenini ben görmedim açıkcası, belki de o günleri tekrar hatırlamamak için görüşmüyor insanlar

şimdi de diyorlar ki, 156 gün az, asker lazım bize. herkes uzun dönem yapsın, yapsın, gerekirse uzun dönem yapsın, ama bir işe yarayacaksa yapsın, birbirlerinin götünü yalamak için kullanılmasa asker, ya da çocukluğunu yaşayamamış ve hiçbir zaman yaşayamayacağı için hiçbir zaman da ergenliğe tam olarak geçemeyen subayların egolarını tatmin etmek için yapılmasa

o zaman işte, ileride çocuğumu da gönül rahatlığıyla gönderiririm askere, helal olsun. ancak dediğim gibi sizin egonuzu tatmin için göndereceğime, ben de torpil yoluna gideceğim muhtemelen.

şafak doğan güneş deyince işte, hepsini unutuveriyor insanoğlu, bu yüzden evrimleşip günümüze kadar gelebilmişiz zaten, herşeye ayak uydurabiliyor.

tüm gece gözünü kırpamıyorsun heyecandan, cep telefonu olacak hayatında, dışarıda nişanlın, istediğin zaman konuşabileceksin daha ne olsun, istediğinde mc donalds'a gidip hamburger yiyeceksin, sokaklarda yürüyeceksin (amaçsız), çok tv izlemeyen biri olarak bile kral tv'den başka bir kanal izleyebileceksin ve kumanda senin elinde olacak

özgürlük tanımı insandan insana değişse de, belki de askerliğin öğrettiği şey sabretmek ve elindekilerin kıymetini bilmek, kaybedince anlıyor ne de olsa insanoğlu.

yüksek elektronik mühendisi birini telefonlara baktırtan, yeri paspaslatan ve 5 ayını boşa geçirten bir kurumdan ayrılacağın gece şafak doğan güneş diye haykırmak istiyor insan, ağaçlara, sokaklara, oyun oynayan çocuklara duyurmak istiyor, bitiyor diye.

1,5 yıl geçmiş üzerinden ama şafak doğan güneş dediğimde ve ayrılırken arkama son bir kez baktığımda o lanet yeri geride bırakmanın mutluluğunu hiç bir şeyle tanımlayamam.

o gün doğan güneş benimdi çünkü, sadece benim

2 yorum:

  1. merhaba,

    askerlik bana oldukça uzak bir kavram, babam da bir sebepten askerliğini yapmamış yani ben hiç askerlik anısı dinlemedim denebilir. o yüzden askere gidip gelmiş kişilerin yazılarına, anlattıklarına hep özel merak duymuşumdur.

    senin yazdıklarını da aynı merakla okudum ve söylediklerinin çoğuna da kesinlikle katılıyorum.

    sadece bir noktayı okuduğumda başka bir şey geldi aklıma ve belirtmeden de geçemedim, hani demişsin ya, "ancak ben albay belki uğrar diye elimde paspas yerleri sileyim diye gitmişim meğer askere" diye bunu okuyunca gençken annesi babasının her hizmetini gören, evlenince de sırf kocasının annesi ya da ailesinden birisi gelicek ve laf edicek diye eli ayağına karışıp dip köşe temizlik yapan kadınlar var. onu da geçtim, kocasından yardım istemek bir yana, adam yemeğini yediği kabı mutfağa götürse aklı gidecek, evin bütün her türlü düzenini tek başına götüren kadınlar var ve bunların azınlık olmadığını çok iyi biliyoruz.

    belki çok saçma bir düşünce, belki dışardan ahkam kesmesi benim için çok kolay ama sanki erkekler de askerlik yaparken kadınların hissettiği baba baskısı, ağabey baskısı, koca baskısı gibi baskıların bir kısmını yaşıyorlardır. hak ediyorlar yaşasınlar demiyorum, sadece bir nebze anlamalarına yardımcı olsa bile yeter. belki bu açıdan da bir bakmak lazım.

    çok saçma olduysa da kusuruma bakmamanı dilerim. sevgiler.

    YanıtlaSil
  2. çok güzel bir tespit

    ama işte, bu baskı abilerini de götürünce oraya, bunları yaptırınca adam algılamıyor ki bunu, kadındır yapacak tabi görüşü değişmiyor ne yazık ki,

    birinde kadın; babamdır, kocamdır ne yapsa yeridir mantığıyla çalışıyor (ki bence son derece yanlış)
    diğerinde hiç tanımadığın bilmediğin bir adamın kulu kölesi oluyorsun, bu taraftan bakınca daha zor bir durum sanki

    bir tarafta elindeki güç ve otarite yüzünden delirmiş adam, diğer tarafta bu güç karşısında ezilmiş köle, taraflar değişmiyor, taraflar arsı yakınlık değişiyor.

    evinde karısına baskı yapanlara gelince de allah ıslah etsin, ne diyeyim

    YanıtlaSil

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails