27 Ekim 2009 Salı

dans ortamlarının gerilen abisi

evet o benim

orda lan işte bak köşede, sallanıyor kendi kendine..


ne zaman bir club ortamına girsem, ortamda mutlaka benim gibi adamlar görüyorum, müzik ister canlı olsun, ister tekno, ister rock hep aynı sallanma şekliyle, kafasını yukarı aşağı hareket ettiren adamlar.

ellerden en az biri mutlaka kotun ön cebinde olmalı, ancak sadece baş parmak cebin içinde olacak geri kalan 4 parmak aşağı doğru indirilerek bir yandan ritim verecek.

ayaklar havaya kalkmamalı, dizden kırarak ritim verilmeli, eğer şarkı biliniyorsa, bağırarak değil hafif mırıldanır gibi dudaklar kıpırdamalı.

içki içilen bir ortamsa (değilse ne işin var zaten) sol el kotun ön cebindeyken sağ elde bira şişesi veya votka bardağı tutulmalı (votka dediysem meyve suyu işte, içine votka koyulduğunu görmedim daha) ve bu bardak ile ritim verilmeli

hah bak neredeyse unutuyordum; böyle mekanların vazgeçilmezi, gecenin en neşeli ve enerjik arkadaşının devamlı yanına gelerek "hadi abi ya canlan biraz" minvalinde dansıdır.

böyle biri yanına geldiğinde ritim dizden verilirken hafiften bele doğru kayabilir, en fazla 5 saniye enerjike doğru kafa sallanır ve sözlere eşlik edilir, daha sonra enerjik yanınızdan ayrılarak yeni kurbanlar bulmaya gittiğinde, biraz önceki duruma geri dönülebilir.

yapmayın arkadaşım, kıymayı bu adama, rahat edemiyor işte böyle yerlerde, herkes ona bakıyor gibi geliyor, sanki sahnede herkes durdu bu hasbamı seyrediyor, daha sonra deli gibi gülecekler, "gördün mü abi ne salakça kıvırıyordu" diyecekler, allahım düşünmesi bile korkunç

ancak geçen hafta sonu jazzstop maceramda bunu biraz kırdım galiba, müzik çok güzeldi, ortam güzeldi, arkadaşlar güzeldi, bir ara baktım bildiğin dans ediyorum lan, ağır abi rollerini bırakmışım,

aaaaa bi baktım kimse bana bakmıyo dans ederken, habuki sahneyi boşaltıp, çevremde çember olarak beni alışlayacaklarını bekledim hep..

26 Ekim 2009 Pazartesi

tembelim mütemadiyen

daha önce dediğim gibi, fenerbahçe stadının hemen yanında oturuyorum (bakınız şurada da bahsetmişim.) ve koyu denebilecek bir fenerbahçe taraftarıyım.


evden görünüş

dün, yani derbinin olduğu maç günü yine bizim oralar rengarenkti, çoğunluğunun sarı lacivert olduğu renk cümbüşü tüm gün sürdü, saat 16 gibi yani maçın başlamasına daha 4 saat varken ve fenerbahçe stadı sinema misali alınan biletin numrasına oturulan bir stadken kuyruk olmuştu bile.


bu da evin diğer cephesinden görünüş

bir an gaza geldim, çubuklu formamı giyip maça gidemesem de (bilet bulamadım çünkü) aralarına karışayım, beraber tezahürat edeyim dedim.

ama dedim ya, tembelim mütemadiyen

Not: ha bu arada bir mahsun mor menekşe ağlıyor mu ne? ehehe

24 Ekim 2009 Cumartesi

berber gerginliğinin saçlardaki etkisi

yıllar oldu, anlaşamıyoruz işte


dünyada belki de en nefret ettiğim şeylerin başında geliyor berbere gitmek, kadınların daha bir başka iletişimleri oluyor kuaförlerle ancak erkeklerde durum böyle değil, yıllarca yer değiştirip durdum, en uzun süre aynı yerde ikamet ettiğimde de saçlarımı omuzlarıma kadar uzatmıştım.

o yüzden muhabbet ettiğim kanka olduğum bir berber yok,

istiyorum ki gideyim, nasıl bir şey istediğimi söyleyeyim çat diye yapsın o modeli,

geçen gün gittim yine, hem ucuz hem de işyerine yakın olduğundan dolayı işyerimin yanındaki sitenin berberine gidiyorum son 5-6 keredir. öğle arasında işimi hallediyorum böylece.

gittim dedim ki, "bilader bak bu saçlar çok uzadı, yanlarım ayrı telden oynuyor, favorilerim özgürlüğünü ilan etmiş, üstler desen her türlü jöle ve su olaylarına karşı tek başına savaşıyor" bunları bir düzeltelim.

tabii kocaman bir kafam olduğu için, çok kısa da kestirmek istemiyorum, sonra bööle eblek bir hal alıyorum çünkü,

dedim ki "üstler biraz uzun kalsın ama şu yanları güzelce bir kısalt favorileri düzelt", "tamam abi" dedi başladı bu kesmeye.

şimdi her berberin bir ekürisi vardır, bu velet gelir başınıza dikilir, sözüm ona berberden taktik kapacak, nasıl kestiğini inceleyip ileride kendi berberini açacak, bu veletler genelde yerleri süpürmek, müşterinin üzerindeki kılları silmek gibi görevlerinin yanında bir de müşterinin tepesinde dikilip bir trene bakarcasına gözlerini dikerler.

uyuz olurum, arada bir de çocukla gözgöze geliriz iyice sinirlerim bozulur, her seferinde geriliyorum, bir yandan da tabii klasik berber değirmelerine karşı siper almaya çalışıyorum.

ben bunları düşünüp, bir yandan da bu zorlu durumda siperimi almışken, bir baktım bizim berber enseme bir ayna dayamış, "tamam mı abi, enseler olmuş mu" diye soruyor. ulan ne zaman bitirdin de enseme geldin hıyar.

ben tabii yüzüme dikilmiş gözlerle bakan bir velet ve ensemde aynayı bir o yana bir bu yana sallayan bir berberle, daha doğru düzgün enseme bakamadan "tamam yaaa gayet güzel olmuş" diyerek. kestirip attım.

berber dükkanlarının bir kokusu vardır, o kokudan da kaynaklanıyor diye düşünüyorum basiretim bağlanıyor, her seferinde "ulan güzel olmazsa, bu götüme benzedi deyip düzelttirecem" diyorum ama yapamıyorum.

kıssadan hisse, yanlar kısacık üstler horoz şeklinde dolaşıyorum, artık tenteni mi örnek vereyim, prekaziyi (arkalar da kısa ama) mi bilemiyorum.

bi dahakine böyle olmayacak yalnız, önce veledi bakkala göndericem birşey aldırmaya, sonra da berbere dönüp "götüm gibi oldu düzgün yap şu işi" diyicem, diyemiycem di mi?

22 Ekim 2009 Perşembe

NEFES VATAN SAĞOLSUN



Dikkat: Spoiler içeriyor olabilir

Dağıldım, darmadağın oldum
nefes, nefesimi utarak izlediğim filmlerden biri oldu.
her ne kadar içinde vatan sevgisi olsa da, mecburen orada olan ve bir kafesin içinde ölümü bekleyen çocuklara hüzünlendim.
daha kolay yürüyelim diye koşturuyoruz çocukları dedi yüzbaşı, siz ankarada istanbulda yaşayabilin diye biz bu dağlarda ölüyoruz dedi. seni seviyorum diyebilmenin erkeklikle alakası olmadığını algıladı, bu dağları da ankara kadar sevdim ben diye söyledi.

askerliğini yapıp ta etkilenmeyecek bir türk evladı olabileceğini düşünmüyorum.

inanılmaz güzel çekilmiş sahneler, inanılmaz gerçekçi hikayeler vardı, izlediğim salondaki erkeklerin çoğu hüngür hüngür ağladı bazı sahnelerde, en taş kesilen adamı ble ağlatabilecek bir film bu, herhalde sırf bu yüzden sonuna bir şarkı sahnesi daha eklemişler, ağlayanlar gözyaşlarını silsin rezil olmasın diye.

yıllardır amerikan dayatması vietnam filmlerinde etkilenen bünyeyi kendinden geçirtmiştir.

şimdi ben öyle çok milliyetçi bir adam değilim, görüşüm de sağ odaklı değildir açıkcası, ancak eşimin de beni eleştiridiği bir noktam var, ölsünler istiyorum. o dağlardaki tüm kürtlerin kökü kazınsın istiyorum. adam gibi aşağıya inmiyorlarsa cesetlerini indirelim istiyorum.
çok şiddet yanlısı bir adam da olmamama rağmen hislerim böyle engelleyemiyorum işte, o yüzden filmin sonunu beğenmedim (izleyince anlayacaksınız),
öyle bişey olmaz arkadaş, filmin tek eleştirdiğim noktası orası, ya da ben çok kötü ruhlu bir insan da olabilirim, ama kendimi yazdığım bir yerde, kendi içimden gelmeyen şeyler yazamam, yazmamalıyım, bu konuda hümanist, dost yanlısı bir tutumum yok.

Not: her nekadar arabesk gelse ve burun kıvırsak ta, sondaki emrah şarkısını bilmeyen yoktur herhalde, götür beni gittiğin yere

21 Ekim 2009 Çarşamba

içinde alçı geçmeyen çocukluk

bu sabah tuvalette uykusuz okurken bir şey farkettim.

ben hayatım boyunca hiç kolumu kırmamışım lan, ya da ayağımı


bu yüzden hiç okula alçı ile gitmemişim, hiç alçımın üzerine imza atmamışlar, sınıftakileri başımda toplayıp, nasıl kırdığımı veya nasıl alçıya alındığını anlatmamışım.

aralarda "olm çok kaşınıyo ama alçı var işte" deyip gözlerimi yere devirerekten hüzünlü bakışlar atamamışım.

içimde kalmış resmen, bu saatte sonra kırsam da başımda toplancak öğrenci bulamıycam, hem bu yaştan sonra üzerinde kırmızı ya da mor kalemle "geçmiş olsun arkadaşım" yazan bir kolla gezemem ben.

13 Ekim 2009 Salı

nefret ediyorum

- Kadıköyde her allahın günü horon çeken karadenizlilerden, kafa bu kafa
- gelicem gelicem diyip son dakika bahane uydurup gelmeyen hıyarlardan,
- kalabalık bir ortamda dans etmeye çalışırken, içkinin etkisiyle etrafına dikkat etmeyip ona buna çarpan kişilerden
- bi bok iş yapmayıp yapıyomuş gibi görünen dalkavuklardan, nedir bu işin sırrı çözemiyorum
- kendini acındırıp, her olayı dram haline getiren insanlardan, yemezler yavrum
- koltuk altlarından terleyenlerden, o nasıl bir örüntü öyle yaw
- normalde konuşmayıp, iki satır aramayıp, facebook üzerinden arkadaş canlısı olan kediciklerden, bi gidin lan
- araba kullanmayı bilmeyip trafiğe çıkıp, bir de iyi araba kullandığını sananlardan, boşalt lan emniyet şeridini
- sakin sakin giderken öndeki arabayı sollayacakken, arkadan gelen arabanın ön arlarına abanmasından, güç denemesi yapıyo sanki öküz
- yapmacık gülüşlerden, hemen çakarım ona göre
- devamlı toplanıp toplanıp karar alan ama bir türlü hayata geçirmeyen mesai arkadaşlarından, olm yapmıcaksanız niye toplanıyonuz o zaman
- E-5'te çiçek yada bilimum gereksiz eşya satanlardan, trafiğin nedeni sensin
- 18 yaşında üniversitede okuyup, bir kaç kitap okuyunca tüm hayatın anlamını çözdüğünü sananlardan, gel anlatayım ben sana
- iş yoğunluğu nedeniyle bloguma yazı yazamamaktan, ehehe hadi len
- herhangi bir kuyrukta araya kaynayanlardan, hepiniz yanacaksınız
- kadıköy meydanını kuşatmış, son ses horon tepen karadenizlilerden, bak yine yazmışım bunlardan iki kat nefret ediyorum

9 Ekim 2009 Cuma

çanlar kimin için çalıyor

venedik
dünyanın belki de en romantik, en meşhur şehri

aşıkların kenti bir yerde, suyun üzerinde yüzlerce adadan oluşan bir yer, tüm adaları köprülerle birbirlerine bağlamışlar, gerçek anlamda bağlamışlar ama, zaten zeminde bir temeli olmayan adacıklar bunlar, diplerinde kazıklar var, zamanında osmanlı ile savaşırlarken de bu kazıkları çok kullanmışlar, gelebilecek saldırı tabii ki her yer su olduğu için denizden gelebilecekmiş ve denizden gelen osmanlıları gördüklerinde kazıkları ortaya çıkarıp gemilerin kıyıya yanaşmalarını engelliyormuş.

çok uzun bir çan kulesi var burada, bu kule her sabah esnafın dükkanlarını açması için, her akşam dükkanlarını kapatsınlar artık diye ve arada bir de halkı meydana toplamak ya da birilerini infaz etmek için kullanılırmış ve hala venediğe gittiğinizde bu saatlerde çanların çaldığını duyabilirsiniz.

biraz önce bahsettiğim gibi venedikliler neredeyse tüm tarihleri boyunca türklerle savaşmışlar ve tarihin birinde bir osmanlı komutanını esir tutmuşlar, bu komutan buradan kaçmış ve kaçarken de duvara bir gün bu saatte buraya döneceğiz yazmış, işte o tarihten sonra venedikteki bu çan kulesinde her gün o saatte (yaklaşık 12 civarları) çanlar çalıyor, türkler gelebilir dikkat edin diyw. bu çan bugün hala o saatte çalıyor.

ünlü çanlar kimin için çalıyor lafı da bu çan kulesi için söylenmiş bir sözmüş ve buradan geliyormuş

not: evet masal gibi oldu ben de biliyorum

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails