24 Kasım 2009 Salı

yetişkinlik 210 km hızla gidebilen bir arabaya sahip olup, 60 km'yi asla geçememektir

jeux d'enfants, julien janvier

24 Kasım

Babam emekli öğretmen
eskiden aydın'ın bir köyünde öğretmelik yapıyordu, sınıf öğretmenliği..
çocukların hepsi köy çocuğu olduğu için fakir olurlardı, ne zaman 24 Kasım gelse, babam elinde 20-30 kadar kağıt mendille eve gelirdi.
Çocuklar babamı çok severler ve ona hediye almak isterlerdi, ancak paraları olmadığı için ve mutlaka bir şey de almak istedikleri için, tenefüste kantine gider kağıt mendil alıp, hediye olarak onu verirlerdi.
Babam dünyanın en pahalı hediyelerini almış gibi gelirdi eve, tabii köyde olunca, okul yolundaki çiçekler de (eğer kasım olmasına rağmen hala kaldıysa) özenle toplanıp babama getirilirdi, o taze çiçeklerin kokusunu hala hatırlarım.

Öğretmenler günün kutlu olsun Baba, her ne kadar benim öğretmenliğimi yapmış olmasan da, geriye dönüp bakınca en çok şeyi senden öğrenmişim yine de.. (her ne kadar bunu sana söylememiş olsam da)

20 Kasım 2009 Cuma

fitness abileri

bir hastanede çalışmaya başladığımdan beri, en nefret ettiğim insan türünün doktorlar olduğuna kanaat getirmiştim, kendilerini tanrı sanan bu egoistler sinirlerime dokunurdu (bu başka bir yazının konusu),

ancak dün uzun bir aradan sonra (1 ay) spor salonuna gittiğimde en nefret ettiğim insan türünün ne olduğuna kesin karar vermiş bulunuyorum.
"spor salonlarındaki elemanlar"

oraya sırf vücut göstermeye gelen adamlar var biliyor musun, hayır bir de vücudunu gösterebileceğin kişiler erkek, çünkü bu işi soyunma odasında yapıyorsun, tiksiniyorum bunlardan.

ellerinde bir çantayla soyunma odasına geliyorlar, böyle bir etrafı kesmeler falan, bir de göbeği iyice içine çekmiş, göğüsleri şişirmiş, şişkin şişkin geziyorlar ortamda, ulan kime yapıyosun artizliği, bir gün gidip kıracam bacaklarını o olacak

bunlar hızlı bir şekilde etrafa şişkin bakışlar attıktan sonra, slowmotion hareketlerle yürüyerek ağırlık çalışmaya gidiyorlar, sporun sonlarına doğru ben de kendimce ağırlık çalıştığım için bunları inceleme fırsatı bulabiliyorum.



                                                  Temsili resim : ben ağırlık çalışırken


en güldüğüm şey ise şu oluyor, şimdi bir alette ağırlık kaldırıp 2-3 set yapacak ya, ilk bu muhabbetlere başlandığında hoca aralarda 10-15 saniye dinlenin der, bunlar set aralarında öyle bir coşuyorlar ki, yerlerinden kalkıp, naim süleymanoğlu gibi salonun içinde dolanıyorlar, gidip "ne yapıyosun şu an bilader sen" diye sorsan konsantre oluyorum der bu ayılar, madalya verecekler ya sonunda, ama bak yazınca olmuyor görmek lazım, o surat ifadeleri, o anne ben ağırlık kaldırıyorum tripleri, şahane, tam skeçlik

neyse efendim sporumuzu yapıyoruz ağırlık kaldırıyoruz falan, sonra sıra geliyor tekrar soyunma odasına gidip duş almaya giyinmeye, işte ondan sonra bende film kopuyor, olm resmen korkuyorum lan

şöle bir sahne düşünün vücudunu geliştirmeyi başarabilmiş 2-3 kıllı adam, altlarında toz bezi kadar küçük siyah slip don, her biri ortamdaki bir aynayı kapmış, şişine şişine geziyorlar, işin daha da vahimi bunlar giyinmek için altlarını da tamamen çıkarıyorlar, gavurların naked dediğinden oluyorlar (ıııyyy iğrenç iğrenç, erkekliğimden utanıyorum diyorum ya, o derece iğrenç)

hayır bir adam içinde en az 15-20 erkeğin bulunduğu bir ortamda niye tamamen çıplak kalır, düşünüyorum düşünüyorum cevaplayamıyorum, bir şey kanıtlamaya çalışıyor desem bana niye gösteriyorsun git kanıtlayacağın insanı bul.

resmen nefret ediyorum soyunma odasından, geçen gün ellilerinde bir amca böyle çıplak kaldı, yemin ediyorum bayılıyordum, düşünün artık

14 Kasım 2009 Cumartesi

eşim analist, hmmm o ne ola ki

insan bir ortama girip muhabbet etmeye başlayınca, konu ister istemez aynı yere geliyor. önce evli misiniz diye soruyorlar, sonra da "eşiniz ne iş yapıyor" diyorlar.

şimdi bu sorunun cevabı çooook büyük bir yüzde için gayet basittir, cevaplamak en fazla 2 kelimeyle halledilebilir. öğretmen, bankacı, ev hanımı, dansöz (oha), yönetici asistanı, mühendis gibi cevaplar verilebilir.

ama işte bende durum böyle olmuyor. eşiniz ne iş yapıyor diye soranlara, "finansal analist" demem gerekiyor ve o noktoda soruyu soran kişinin bakışlarından balatayı sıyırdığını farkedebiliyorum. önce biraz sessz kalıyor daha sonra gözlerini uzaklara doğru dikiyor, en sonunda da hmm yani "finansla alakala mı" diye soruyor.
yok konfeksiyonla alakalı

neyse zaten eşimin işini tam olarak öğrenmem 3 yılımı aldı, ben de soru soranlara kısa yoldan finans sektöründe çalışıyor deyip kesip atıyorum, eskiden açıklama isteyenlere borsadaki firmalarla ilgili analizler yapıyor derdim. ondan sonra bu sefer de, hmm ben bilmem ne için oynamıştım acaba yükselir mi, diye muhabbetlere maruz kalmaya başladım.

Halbuki onun için ne kadar basit, eşim mühendis diyor geçiyor, çat 2 kelimeyle hallediyor.

anam bir de bunların iki analist yanyana gelince muhabbetleri var ki en korktuğum şeylerden biri odur aslında, şimdi efendim bunlar bir başlıyorlar muhabbete, yok tüpraş karını düşük açıkladı, yok migros ayı şurdan kapattı falan filan, ben garip bir mühendis hayatı boyunca parayla aldığı en büyük riski lise yıllarındaki 20 doları olan insan, hiçbir şey anlamadan garip bakışlarla kendilerini seyrediyorum.

bir de blackberry veriyorlar ellerine, bildiğin elektronik pranga, allahtan benim yok, en azından "aaa odamda değildim mailinizi görmedim" diyebiliyorum, bunlar her yerde iletişim halindeler arkadaş, bir de bu firmalar gıcıklığına mıdır nedir, tam akşama doğru yayınlıyorlar karlarını, ya da biri yayınladı mı, diğerleri de peşisıra gönderiyorlar.

yaw insan bir sıraya koyar, hepsi aynı anda kar göndereceğine, her gün başka biri kar göndersin, şunu bir sıraya koysunlar, bence çok mantıklı, ben bunu ingiliz lorduna bir söyleyeyim. o herşeyi bilendir. her şey hakkında herkesten fazla bilgisi olandır. yok lan tanrıdan bahsetmiyorum lorddan bahsediyorum.

bak bu kadar yerdik ama iş arkadaşları on numara insanlar, topu topu 5 - 6 kişiler, hepsi de bayan, ben bunları birbirlerine hiç benzemedikleri halde çok karıştırırdım, o yüzden bir ara her birine lakap takmıştık, tabii efendim ben burda şimdi bunları söyleyip te kimseyi şimdi..

neyse analist dünyası dedikodularına da girecektim buradan ama çok ta ileriye gitmeyeyim, onu cansev hanıma bırakıyoruz :)

12 Kasım 2009 Perşembe

bugün benim ikinci kez doğduğum gün

sahi aşk neydi?

11 Kasım 2009 Çarşamba

kültür şoku yaşayan tembel

en çok kitap okuduğum dönem üniversitenin ilk yılıydı, bir sınıf dolusu loser mühendisadayı ile beraber ders grüyordum ve ısrarla onlarla sosyal bir paylaşmamaya çalışıyordum. Mühendis antisosyal bir karakterdir, bunu yıllarca yıkmaya çalışsam da, geriye dönüp baktığımda (biraz da tembelliğin verdiği etkiyle) evet antisosyaliz ulan.

neyse üniversite 1'de yurtta kaldığımdan ve yurttaki elemanların hepsi son sınıfa giden kişilerden oluştuğundan dolayı, akşamlşarı yapacak bir şey bulamazdım, zaten kız arkadaşım da yoktu, kendimi kitaplara vermiştim, hayatımın hiç bir döneminde o kadar kitap okumadım.

şu aralar da, akşamları uyumadan önce okumaya çalışıyorum, günün orgunluğu, LCD tv'nin çekiciliği, bu saatte yatılır mı yaw etkisiyle, yatağa geç giriyorum ve ancak 4-5 sayfa okuyamadan sızmış oluyorum.

Geçen pazar TÜYAP kitap fuarının son günüydü, eşim son 5-6 aydır deli gibi kitap okumakta, kolumdan tuttuğu gibi fuara götürdü beni,



ktap kokusu (bilene) dünyanın en güzel kokularından biridir, kendimden geçtim diyebilirim, insan birdenbire böyle kültür şokuna uğrayınca, bütün kitapları alası geliyor.

Ancak bu konuda önceden eşimle anlaşma yapmıştık, kendisi benim ne kadar maymun iştahlı biri olduğumu bildiği için, önceden kişi başı en fazla 2 kitap alıcaz diye anlaştık, o da gerçekten güzel indirim olursa

hatırlarım bir keresinde tomarla para verip çıkmışlığım, bir sürü kitap alıp hiçbirini okumamışlığım vardır, bu yüzden anlaşma yapmamız güzel oldu.

Tabi kitaptan uza kalınca ne alacağını şaşırıyorsun, baktım sunay akın imza veriyor, everim de kendisini, onun kitabını alıp imzalattım, hatta diğer kitap hakkımı da eşime verdim. Okusun kız, okuyo en azından

aydın boysan da oradaydı, önünde rakı kadehi olmayınca tanıyamadım önce ama o gözlüklerinin üstünden bakınca tanıdım, valla kitabını olmadım ama, rakı kadehim olsa kesin imzalatırdım lan.


neyse böyle bir fuar geçirdik, ayaklarımıza karasular indi, bu arada TÜYAP'ın içindeki kafe çok pahalıydı eskiden, fiyatlar az da olsa normalleşmiş, McDonald's a mecbur kalıyorduk her seferinde iyi olmuş.

9 Kasım 2009 Pazartesi

turuncu günler

yaş: 8-9 civarları
yer: Ananemin evi / Aydın / Germencik

ilkokula gidiyorum, annem çalıştığı için, okul sonrasında ananemde kalıyorum, annem iş çıkışı beni alıyor eve gidiyoruz. Böyle olan son yıllarım belki de, bir daha ki sene elime bir anahtar tutuşturuyorlar ve ben her okul sonrası eve gidip annem ve babamın gelmesini evde bekliyorum.

okul bitmiş yine, allahtan örtmen (öğretmen değil örtmen) z ödev vermiş bugün, hemen bitiriyorum, artık içim rahat bu akşam vicdanım sızlamadan televizyon izleyebileceğim allahım,

ananemin evi 2 katlı, annem gelmeden önce diyorum, bir keşif turuna çıkayım, üst kata çıkıp artık kullanılmayan bir odaya dalıyorum, odada bir dolap var içini açıyorum, dolapta bir kutu, onu da açıp karıştırmaya başlıyorum.

allahım, sanki bir ajanım ve bana verilen gizli görevi yerine getiriyorum, kutudan mektuplar çıkyor 3-4 tane mektup, mektubu açıyorum ve anlıyorum ki zamanında annemin arkadaşlarıyla yazıştığı mektuplar bunlar.

büyük bir heyecanla açıyorum mektupları, öncelikle zarf dikkatimi çekiyor, zarfın iç tarafları ve mektubun yazıldığı kağıdın yanları, o dönemin meşhur film ya da şarkı isimleri ile donatılmış, arım balım peteğim, senede bir gün vb. yazılar değişik renkte kalemlerle bir potpori oluşturmuş.

mektuplaşmalar, annemle bir kız arkadaşı arasında geçiyor, daha önce aynı okuldalarmış ama kız başka bir okula gidince aralarında mektuplaşmalar başlamış.




o kadar saf ve güzel yazılmış mektuplar ki, bugün hala hatırlıyorum, yeni okulunu sevmiş ama onsuz çok mutsuzmuş, keşke annem de yanında olsaymış, eskisi gibi beraber dolaşabilselermiş,

sanırım her kadının hayatının bir döneminde, ikizi gibi dolaştığı bir kız arkadaşı oluyor, erkeklerde böyle değil bu, ama tanıdığım her kadının hayatında böyle bir arkadaşı olmuş, herhalde o kız da annemin "ikizi"ydi.

yazı karakterleri, y'lerin çengelleri dikkatimi çekiyor, acaba ben de böyle yazabilir miyim bir gün diye düşündüğümü hatırlarım. tüm mektupları okuyorum, aşağıdan ananem bağırıyor "oğlum nerdesin" diye. mektupları bir ajan misali hiç elenmemiş gibi kıvırıp yerlerine bırakıyorum.

nasılsa aklıma geliverdi geçen gün, ne güzel günlermiş onlar, saf, temiz, arı balım peteğim günlermiş, turuncu günlermiş, 

bir dahaki gidişimde, ananemin evinin o üst katına çıkıp tekrar bulacağım o mektupları, ve kendi kitaplığımın en güzel yerinde saklıyacağım, ileride, ne kadar güzel günler, saf duygular yaşanırmış görmek için.

şimdi facebook ta tarla ekip biçenleri görüyorum, üzülüyorum..

5 Kasım 2009 Perşembe

oik oik

RTE'ye karşı olmak için domuz gribi aşısı oldum bugün

hala baş dönmesi, bayılma, civa kusma vb. etkiler yok, sapasağlamım valla

Hastanenin tüm nörologları olunca, ben de yaptırdım oldu, tavsiye ederim :)

Not: Osman Durmuş sana sesleniyorum, amerikalının civası varsa, Türk'ün bana bişey olmaz gücü var, bunu unutuyosun

2 Kasım 2009 Pazartesi

ankaradaki sınava gergin joker veledin dolmasındaki ada

hep böyle oluyor, ne zaman toplu taşıma aracına binsem mutlaka bir veledi çekiyorum kendime.
arkamda, beni rahatsız etmek için doğurmuş annesi, önce koltuğuma ayağıyla vuruyor, yetmiyor saçımı çekiyor aralarda, ben arkaya dönüp, takınabileceğim en kibar gülümsemeyle annesine bakıyorum, aslında bu bir nevi "çocuğuna sahip çık kadın" bakışı bu, her an o gülümsememenin ardından bir canavar çıkabilir. (bok çıkar)


işi gereği devamlı gülmesi gereken insanlar beni hep ürkütmüştür, bu sabah uçakta arkamdaki velet arada bir saçımı çekiştirirken, o karşımda belirdi, yüzündeki gülümseme tüm suratını kaplamış bir biçimde bana doğru geliyordu
mesleği gereği hiç bir şekilde somurtamayan ve yaptığı ağır makyaj arkasında kim bilir ne düşüncelerle meşgul, o joker suratıyla bana bakıp "bir şey istermiydiniz minvalinde birşeyler söylüyor, öyle korkuyorum ki, cevap bile veremiyorum
(tam bunları yazarken "ada ben ayrılmak istiyorum" diyen ıssız adamı izliyorum ankarada bir otel odasında, aslında yarın gireceğim sınava çalışmam gerekirken, anti popülist olmak her zaman çok kolay olmuştur, insanlar sırf böyle olacağız diye demediklerini bırakmadılar bu filme, ama ben seviyorum lan, gözyaşlarımdaki pınarlarla birlikte seviyorum hem de, istediğim gibi ağlayabilirim hem, yalnızım ne de olsa)
"yoooo teşekkürler" diyerek tedirgin bir biçimde kafamı sallayabiliyorum sadece, keşke arkadaki veledi de korkutabilse beni korkuttuğu gibi

dediğim gibi ankaradayım bu akşam, sabah geldim yarın akşam gideceğim ve bu akşam ki niyetim kimseyle görüşmeden ders çalışmaktı, yemek yiyeyim diye kızılay'da dolaştım biraz, sevmedim valla, artık soğuğundan mıdır, her 10 metrede bir karşıma çıkan melih gökçek afişlerinden midir bilmem, sevmiyorum bu kenti, topu topu 3-4 kere geldim aslında ama, bir kentte deniz yoksa o baştan kaybetmeye mahkumdur benim için.

koca koca adamlar sınava gireceğiz yarın, tüm masraflarımı şirketim karşıladığı için mutlaka geçmem gereken bir sınav yarınki, gerginim biraz, parasını kendim verseydim bu kadar gerilmezdim herhalde, bakalım nasıl geçecek
(ada; o koca dolmaları yerken dank diye söyledi ayı, ulan boğazında kalcak kızın bekle bi ağzındakileri bitirsin bari)

çok kopuk kopuk oldu biliyorum, ancak o joker suratı çıkartamıyorum yine de aklımdan, bak nasıl bağırıyor ada, ee haklı kız az bile bu hıyara..

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails