31 Ağustos 2009 Pazartesi

tuvalette uykusuz

uykusuz dergisini çok severim, karikatürlerinden öte yazılarına hastayım, özellikle fırat budacı ve vedat özdemiroğlu en sevdiğim yazarlarıdır.

2. yaşına basmasıyla alpay erdem de bu dergide yazmış, ancak tek seferlik mi, yoksa artık kalıcı olarak mı yazmaya devam edecek göreceğiz, umarım devamlı yazmaya başlar.

üniversitede en büyük zevkim, leman (sonrasında penguen) alıp, odamdaki katlanır koltuğa uzanıp okumaktı, ancak mutlaka yanında bir adet biskrem ve bir teneke kola olurdu.

rutin olarak her hafta bu olayı tekrarlardım.

evlendikten sonra da mizah dergisi almaya devam ettim, uykusuz alıyorum artık, her yazısını her karikatürünü en ince ayrıntısına kadar okuyorum.

ancak okuma ritüelimi değiştirdim, yeni okuma yerim ise biraz garip : tuvalet

eskiden tuvalette okuma gibi bir alışkanlığım yoktu, ama nedense artık, klozetin hemen yanındaki çamaşır makinesinin üstünde devamlı olarak bir uykusuz dergisi duruyor, hem okuyorum hem de o işi yaparken canım sıkılmıyor.

konunun nereden nereye geldiğini gördün okuyucu, böyle de bir adamım işte.

29 Ağustos 2009 Cumartesi

tarantino'nun soysuzları

aklımda uzun uzadıya bir film yazısı yazmak vardı aslında, dün gece gittiğim ve beni kendimden geçiren, zevkten dört köşe yapan filmi yazacaktım.

ancak neresinden başlayayım hangi güzel ayrıntısını yazayım bilemedim. en iyisi siz gidin izlemeye, kesinlikle gidin, kesinlikle pişman olmayacaksınız.

brad pitt, brad pitt'in aksanı, tarantino'nun ayak fetişi, gelmiş geçmiş en kötü karakterlerden biri olmaya hak kazanan gıcık nazi albayın, yahudi güzel kız, tarantino filmlerine özgü fışkıran kanlar, ya da satır aralarında yapılan göndermeler saymakla bitmiyor
zevkinizin içine etmeyeyim istiyorum, hakkında çok fazla bir şey okumadan gidip izlemeniz gerekiyor bence, ilk kez bir filmin sonunda, ayağa kalkıp alkışlamak istedim, keşke filmlerde de konserlerde olduğu gibi çok alkış olduğunda tekar sahneye gelinse, doyamadım izlemeye çünkü

mutlaka görün ama görmekle kalmayın, dvd'sini alın arşiv niyetine evinize koyun, her ne kadar eşimin gözlerini kapatmasını sağlayacak şiddet sahneleri olsa da, daha önce tarantino filmi izlediyseniz çok ta problem etmiyorsunuz

Not: özellikle chapter one harikaydı
Not 2: filmin adını yazmamışız yaw inglourious basterds olacak

28 Ağustos 2009 Cuma

çıkar ayakkabılarını

"içeriye ayakkabılarınla girme, kırıcam ayaklarını" annemin en çok kullandığı kalıplardan birisiydi.
tam okula gidecekken ayakkabılarımı giymiş olurdum, zaten bağcıklarını bağlamayı yeni öğrenmişim, bir de onları tekrar çözüp aynı işkenceyi tekrar etmeyi istemezdim. ama ne yapayım okur, ha! ne yapayım, defterlerim uzanamayacaım bir yerde kalmış işte, mecburen ben de emeklemeye başlardım.

evet efendim, bugünkü konumuz emeklemek, yapmayan yoktur diye düşünüyorum, hızlı ve acele bir şekilde (ya da bende mevcut bulmuş hali ile üşenildiğinde) evin içinden bir şey alınacaksa, anne faktörüne karşı olay mahalline emekleyerek varılırdı.

ya da dışarıda oyun oynadığında çok susamışsındır mesela, bir 5 dakika eve çıkıp su içmek istemişsindir, evde kimse yoksa bile emekleyerek içeri girersin ki, herşeyi süpersonik olarak algılayan anne tarafından sonrasında dayak yemeyesin.

nereden aklıma geldi bu emekleme işi derseniz, bana her seferinde ayakkabılarımla içeri giremeyeceğimi tembihleyen karımın, bu sabah kitabını almak için ayakkabılarıyla seke seke içeri gitmesi sonrası derim.

sanki sekerek basınca iz olmuyor, kadın aklı işte ehehe..

tamam lan vurmayın kadınlar zekidir. biz erkeklerden de zekidir.

25 Ağustos 2009 Salı

yurdum abisi


yukarıda gördüğünüz fotoğraf saat 11:00 sularında bostancı sahilinden çevreyoluna giden yolda benim tarafımdan çekildi.

ben ve arabam bu güzide yurdum insanı sayesinde ters şeritteyiz, trafik felç olmuş durumda, herkes amcaya, amcada elleri belinde bizlere bakıyor

herhalde bu durum sonrasında kendisi, sürdüğü kamyonun yükseklik değerini ezberleyecek

ama her türk gibi önce o köprüye toslaması gerekti işte.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

pazar günü gezisi

okuyucu naber?

geçen yazdığım yazıyı okudum şimdi, içim karardı valla, ne karamsarmışım, ne sıkılmışım hayattan yaw, sonunda da demişim, ancak pazar günü bu ruh halimi değiştirebilir diye,

efendim öncelikle pazar günüm gayet güzel geçti ve ben de bu ruh halinden sıyrıldım, ne kadar kolay sıyrıldığımı da görmüş oldum böylece

Hayallere Sığmayan Minyatür Odalar Sergisi'nden bahsedeceğim, rahmi koç müzesinde sergileniyor ve inanılmaz güzel bir sergi, toplam 10- 15 tane odacık var, ayrıntı manyağı yapıyor insanı, resmen birisinin evini gözetliyor gibi hissediyorsunuz. mutlaka tavsiye ediyorum, mutlaka gidip görmek lazım, 30 eylül'de bitiyor sergi

rahmi koç müzesine gitmişken diğer taraflarını da gezelim dedik, daha önce de bu müzeyi gezmiştim ama her seferinde farklı bir etkileniyorum.

öncelikle önceki yıllardan farklı olarak rahmi abi'nin 2 yıl boyunca dünyayı yatla dolaşmasından kelli, her yerden topladığı objeler mevcut, onları sergilemeye başlamışlar, onun dışında, denizaltından, gökyüzüne, teknolojiden, matbaacılığa kadar bir çok konuda ayrı bölümler var ve insanlığın bu aletleri nasıl geliştirdiklerini görüyorsunuz.

özellikle klasik arabaların olduğu bölümü ayrı tutmak lazım, insanların hala eski arabalara olan özleminin nedenini anlamış oldum, inanılmaz güzeller.

velhasıl, rahmi abi sağolsun bizim için çok güzel br müze yapmış, gezdik, gördük içimizdeki sıkıntıları unuttuk, haftaya daha bir mutlu başladık, bir de bu akşam fener kazanırsa tam olacak..

22 Ağustos 2009 Cumartesi

ölü toprağı

üzerine ölü toprağı serpilmiş derler ya, işte o durum var şu sıralar

yeni kayıta basıp birşeyler yazıp yazıp siliyorum, hiç bir yazdığımı beğenmiyorum bu aralar. üzerimdeki bu karamsarlığı, halsizliği atmam lazım, zaten cumartesi cumartesi işteyim. çalışıyorum.
içimden çalışmak ta gelmiyor, her işi öteliyorum, ramazana bağlasam oruç tutmuyorum, sıcaklara bağlasam havalar o kadar da sıcak değil artık, işe bağlasam aynı iş bir değişiklik yok, eve bağlasam o da değil her şey yolunda, eeeeee ne o zaman, dinlediğim şarkılar bile slowlaştı lan, iyice ağır çekim yaşamaya başladım hayatı

rahat batıyor galiba, rahat batması diye bir şey var bende, mesela işimin çok az olduğu zamanlar sıkılıyorum saate bakıp duruyorum zaman geçsin diye, işim yoğunsa benden mutlusu yok, ya da arada özellikle tartışma çıkarıyorum arkadaşlarımla.

bir yerde monotonluktan kurtulma isteği olsa gerek, aynı saatte kalkıp, aynı saatte yatarak, aynı işi yapıp, aynı muhabbetleri çevirerek devam etmez hayat, arada bir değişiklik yapmak lazım.

bilmiyorum işte, önümdeki upuuuzzuuun tatilim pazar günümün nasıl geçeceğeni göre değişecek ruh halim,
iyi pazalar bana, sana da tabii

Not: resim olarak niye ay resmi seçtim hiç bir fikrim yok, zaten şu sıralar düşünmüyorum da..

20 Ağustos 2009 Perşembe

evlilik kalınlığı

evlilik kalınlığı diye bir şey var lan.
istisnasız her evlenen kişinin başına geliyor. ben çok inanmazdım buna, biz zaten evde çok yemek yiyen bir çift değiliz, onlar domestik aileler için diye düşünürdüm.
ancak evlendikten sonra göbek çevremde toplaşmış yağları birden bire farkedince (birden bire dediğim bir sabah kalktığımda aynada kendimi görünce değil tabi, anladın sen onu) bu sözün ne kadar gerçek olduğunu anladım. şu yukarıdaki abi gibi evrildim valla, gerçi ben sağdan ikinci gibiydim zaten

baktım ki gidiş kötü hemen bir eylem planı oluşturdum ve işe öncelikle yemeği kısarak başladım.

1- ekmek yenmeyecek, (istisna, belki sabah kahvaltısında kahvaltı niyetine ekmek arası peynir)

2- çikolata, cips, kuruyemiş, börek, pasta (allahım yazması bile güzel) yenmeyecek (istisna, haftada bir gün mesela pazar olabilir, maç izlerken biri tüketilebilir)

3- içki içilmeyecek (istisna, bakınız madde 2)

4- olabildiğince az pilav ve patates kızartması yenilecek, örneğin ızgara istediniz, bu hain restaurantlar yanına patates ve pilav koymayı adet edinmişlerdir, yanına bunlar yerine, yeşillik (bildiğin ot yani) istenecek.

5- olabildiğince çok su içilecek

6- akşamları yemek yenmeyecek, (valla oluyo bak ilk 2 gün acıkıyosun ama sonra alışıyosun)

7- yemekten hemen sonra meyve yenmeyecek (arkadaş karpuzu illa yemek sonrası sofrada mı yemeniz gerekiyo, gerçi mevsimi de geçiyor artık)

8- cola içeceksen cola zero iç, hem daha güzel hem de kalorisi yok

9- madde 6'da akşam yemeği yenmeyecek dedik ya, onun yerine meyve yiyebilirsin lan, acıktın di mi?

10- canın çok mu çikolata istiyor, çikolatasız yaşayamaz mısın? coco star diye bir çikolata var sadece 90 kalori al ondan ye ben her gün yiyorum tadı da çok güzel, (tabii 5 tane birden yersen bir anlamı olmaz)

11- dondurmanın da light'ı var, biz yedik güzel lan dene bak

12- spor spor spor diyoruz burada tamam yiyecekten kıstın ama spor da yapman lazım canım, ben mesela bir spor tesisine yazıldım (onu da sonra yazıcam hatırlat) sen de spor tesisine zamanım yok diyosan mesela apartmanda asansör kullanma merdivenden yürü ya da akşamları çık sokaklarda dolaş biraz kim karışır sana

efendim ben bu yukarıdakileri sadece 2 hafta yaparak 5 kiloya yakın verdim (valla lan), sen de haftada en az 2 kilo verirsin yukarıdaki formülle, garanti veriyorum bak hala düşünüyosun yaa, boşuna uğraşma diyet formülleriyle falan test edildi onaylandı diyorum sana

konu neydi ne oldu arkadaş, ben evlilik kalınlığımdan bahsetcektim aslında neyse o da başka yazıya artık, burdayız nasıl olsa kaçmıyoruz ya

19 Ağustos 2009 Çarşamba

velilerin yarıştığı kent

Aydın ili genelde çok sesi duyulmayan kentlerimizden biri, kendisi genelde üniversite sonuçlarında ÖSS şampiyonu bir kent olmakla övünür, övünmekte haklıdır da, ancak övünen velilerin çocuklarına göz atmak lazım önce

çocukluğum aydın'da geçti ve babam öğretmendi, babam, öğretmen arkadaşlarının kızları ve oğlanlarıyla arkadaş olmam konusunda diretiyordu, bana ise onlarla muhabbet etmek hep soğuk gelirdi, zaten 2-3 haftada bir ev ziyaretlerinde gördüğüm çocukla ne muhabbeti edeceğim allahaşkına, yeni bir ortama girdiğinde çekingen olan bir insanım hemen kaynaşamam, soğuk nevale bir izlenim veririm dışarıya, işte bu ev ziyaretlerinde de çocuklarla başbaşa kaldığımda sessiz ve nört bir insan kılığına giriyordum.

şimdi düşünüyorum da, bu çocukları sevmeme nedenim sadece az görmem veya soğuk bir insan olmam dolayısıyla değildi, asıl neden benim onlarla yarıştırılıyor olmamdı.

şimdikiler bilmez, eskiden (5 yıllık zorunlu eğitim zamanları) ortaokul zamanı geldiğinde de anadolu lisesi sınavına girerdik daha 11-12 yaşlarında dışarıda mahalle arkadaşlarımla oyun oynayacağıma, hafta sonlarımı dershane köşelerinde test çözerek geçirirdim.

lanet olası dershaneler arada bir deneme sınavı adı altında stres çalışmaları yaparlardı, bu sonavların sonuçlarının da sanki ağzıma sıçılmasını istiyorlarmış gibi eve gönderirlerdi. gıcık olurum hala bu muhabbete

neyse dediğim gibi babam öğretmen ve onun öğretmen arkadaşları ve öğretmen arkadaşlarının çocukları mevcut, bu çocuklar da benim gibi dershaneye gidiyorlar ve onlar da deneme sınavına giriyorlar, işte babam benim sınav sonuçlarımı hemen etrafındaki velilerle karşılaştırır, akşamları okul sonrası yaptıkları okey partilerinde bunu konuşurlardı

isterdi ki benim kız bilmem kaçıncı oldu diyen bir veliye, benim oğlum da bilmem nerden bilmem kaç net yaptı diye övünsün, eğer o dönem sınavdan kötü sonuçlar aldıysam da, bu okey partileri sonrasında karşıma geçer, bilmem ne amcanın kızı bilmem ne yapmış diye laf sokardı, sokayım bilmem ne amcanın kızına diyemediğim için, cevap veremeden önümdeki teste geri dönerdim.

hepimiz birer yarış atıydık aslında, yok yok yarış atı da değil, bu önlerindeki tavşanı kovalayan köpeklerin yarıştığı organizasyonlar var ya, onları yapıyorduk işte, bizim tavşanımız ÖSS'ydi ve o tavşanı kim yakalarsa da onun babasının okey partilerinde anlatacak güzel hikayeleri var demekti.

karnem de bile bir tane 4 gördüğünde deliye dönen bir babadan bahsediyorum, derdi her ne kadar benim büyük adam olmam olsa da, içten içe veli yarışmasını kazanmaktı amacı ve bunu sadece öğretmen arkadaşlarıyla da yapmıyordu.

hayatımın en büyük şansızlılarından biri kuzenimle aynı dönem ÖSS sınavına girmemdir herhalde, o sene sınava girene kadar hep kuzenimle kıyaslandım, her küçük başarısızlığımda onun yaptığı netler vuruldu suratıma,

liseyi yatılı okurdum ve akşamları etüd adı verilen çalışma saatlerim vardı, daha 16 yaşındaydım ve hayatım boyunca problem çözmekle uğraşmıştım, aslında benim problem çözmekten çok problem yaratma isteğim vardı, dışarıda koskoca bir hayat vardı, her türlü problemi çıkaran, bağıra çağıra haykıran bir genç olmak istiyordum ama ben oturmuş habire problem çözüyordum

okul bitti mühendisliği kazandım, yarış bitti zannettim ama daha yeni başlamıştı, bu sefer iş bulma, aldığın maaşın ne kadar yüksek olduğu, ne gibi bir mevkide olduğun gibi konularda yarışıyordu babalarımız ve kaybeden hep bizler oluyorduk.

aydın kenti ÖSS başarılarıyla anılan ve bundan dolayı övülen bir kentimiz, ama velilerin yarıştığı bu kentte, çözdüğü problemleri yaratmak isteyen çocuklar duruyor hala.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

eni vici vokkey, eni vokkey eni!!


çocukluğumuzda dinlerdik michael jackson, hatta uzun yıllar maykıl diye değil de michael diye okumuşluğum vardır ismini.

çocukluğumuzda dinlerdik derken, tabii gidip orjinal kasetini (bak albüm demiyorum kaset diyorum, kaset vardı o zamanlar) almazdık, arkadaşlar bir kasete 3-4 en bilindik şarkısını kaydederlerdi oradan dinlerdik.

tabii o zamanlar internet denen olay bu kadar gelişmiş değil, gerçi gelişse ne olacak ben ilk bilgisayarımı üniversiteye giderken almışım, internet cafe denen olay da tamamen zurna'da chat yapmak ya da oyun oynamakta ibaret

lyric denen mevzuyu bilemiyoruz tabii, hem orjinal cd yok hem de internet diyerek öncelikle kendimin bir mal olmadığını size beyan ettikten sonra sadede geleyim efendim.

şimdi bu abinin smooth criminal adında güzide bir eseri var bu eserin nakaratında ise bir cümle geçiyor.

işte sayın okuyucu ben bu cümleyi yıllarca eni vici vokkey, eni vokkey enni diyerek dinledim söyledim, hayır sadece dinlesem neyse bir de böyle söyledim arkadaş, kimse de beni uyarmadı olm bu sözler böyle değil diyerek, ben yıllarca mal mal dolaşmışım böyle

neyse konumuza gelelim, çok sevdiğimiz değerli abimizin ölümünden sonra dedik ki arşivimizde bir michael jackson dvd'si olsun arada bir yad edelim (resimdeki dvd). aldık geldik koyduk dvd'mizi tabi dvd olunca altyazı seçeneği çıkıyor, açtık izledik ve sıra benim yukarıda behsettiğim şarkıya geldi.

efenim, meğer benim enni veci vokkey eni vokkey eni dediğim nakaratta michael, annie, are you okey? are you okey annie? diyormuş,

bunu görünce ben mal gibi bakakaldım ekrana uzun bir süre, kendime gelemedim, aldatıldığımı hissettim lan resmen

bir de bunun 1995 mtv ödül töreni performansı vardı, bu performans dediğim hadise bizim yonca evcimik gibi arkada dansçıların sallanmasından ibaret değil tabii ki, adamlar bildiğin film çekmişler sahnede.

bendeki tepkiye bak şimdi, "ohooo adamlar ne çok çalışmıştır bu hareketler için"
tembel bir adamdan yorum izlediniz az önce, millet hayran hayran bakarken ben nelere takılmışım görüyorsun.

15 Ağustos 2009 Cumartesi

öpüşmek istiyoruz yaa


bu aft ya da uçuk herneyse artık ne kadar kötü bir şey yahu.

ağzının içinde bir yerlerde çıkıyor, önceleri çok rahatsız etmiyor, ama sen bir mazoşistceymişcesine (kelimeye bak ehehe) dilinle oynuyorsun ve yarayı büyütüyorsun, o yara büyüdükten sonra da ne adam gibi konuşabiliyorum, ne de yemek yiyebiliyorum.

ağzımın hangi tarafında çıktıysa geçene kadar diğer tarafı çalışıyor.

bir de öpüşemiyorsun bu olduğunda, en büyük ters etkiyi burada yaratıyor bence, hadi yemeği diğer tarafla yedin, konuşurken de boğuk cümleler kurdun anlıyorum ancak öpüşürken ne yapacağız.

insan, ağzının sadece bir tarafıyla öpüşemiyor ki, öpüştün mü dolu dolu yapmak istiyorsun.

isveçli bilim adamlarından ricam, bulun şunun çaresini arkadaş, öpüşemiyoruz yaa

14 Ağustos 2009 Cuma

fotoğraflar için tıklayın

ve işte bir seksi fotoğrafları için tıklayın haberciliği daha,

genelde, hürriyet, vatan ve milliyet gazetelerinin internet sitelerini takip eden bir insanım, ancak ben sibel can'ın bu hormonlu halini görmek zorundamıyım arkadaş, bir de utanmadan aynı poz diye başlık atmışlar

oldu canım, görürsem söylerim!
not: fotoğrafı görünce tıklamaya çalışmadığıunı söyle nooluur

13 Ağustos 2009 Perşembe

uyuyorum mütemadiyen!!!

yıllardır böyle bu, erken kalkmaktan nefret eden bir insanım, sabahları yattıkça yatasım geliyor, yerde bile yatıyor olsam dünyanın en yumuşak yerinden kalkıyor gibi oluyorum ki çok yumuşak bir yatağımız var sen düşün artık, telefonun saatini 15 dakika önceye kuruyorum, sanki 15 dakika erken kalkınca bir 15 dakika daha uyuyup şekerleme yapacağım, iyi bir yanını görmedim daha bunun.

ilkokula giderken de babam kaldırırdı sabahları, mehmet, mehmet, meehhhmeeeetttt gitgide artan ve şiddetlenen ses tonunu hala hatırlarım, "taam boba yooaa" diye homurdanarak kalkardım, bu tembellik o zamanlardan hatıra aslında yani,

annemin bir lafı vardır bu konuda çok severim, "akşam yatmak bilmez sabah kalkmak" derdi, haklı kadın, yıllardır her sabah beni kaldırmaya çalışan bir güruhtan bahsediyoruz burada arkadaş, geceleri de herkesten geç yatardım, ulen gece geç yatmama izin veriyosunuz da sabahları geç kalkmama niye izin vermiyorsunuz değil mi?

şimdi tabii sen diyorsun ki, ne var bunda herkes zorlanır sabahları kalkarken, öyle değil işte yavrucuğum, benim okuduğum zamanlar sabahçı, öğlenci muhabbeti yoktu, ben öğle aralarında yemek yemeğe eve gelirdim, (aydında okumanın faydaları bunlar tabii) aynı saatlerde tabii ki annem de evde olurdu, kadın işten koştura koştura çıkar eve gelip bana yemek hazırlardı, işte ben yemek yedikten sonra okula tekrar döneceğim ya, o zaman bile tembelliğime yenik düşüp geç kalırdım okula, benim yüzümden valide hanım da işe geç kalırdı tabii

yani olayın uykusuzlukla alakası yok, tamamen tembellik

neyse efendim, ilkokul, ortaokul, lise derken (lisede de yatılı okudum ben, annemin yerini oda arkadaşlarım almıştı, o da başka yazıya artık) geldik üniversiteye, şimdi tam burada sayın okur, bir itirafta bulunayım sana, üniversitede saat 10'dan önceki hiç bir derse gitmedim ben, inanmayanlara bir adet üniversite arkadaşı hediye edeceğim, valla bak hiç bir sabah dersine gitmeden mühendis oldum lan daha ne olsun.

üniversite bitti evlendik derken şimdi aynı işlevi sevgili karıcığım görüyor, sabahları benden önce kalkıyor, duş alıyor, kurulanıyor (saç hadisesi var ya kadın cinsinde), makyaj yapıyor falan işte ondan sonra başlıyor mehmet, mehmett, meeehmmmeeett diye artan bir ses tonuyla

yavaş yavaş doğrulup ondan önce de hazır oluyorum gerçi, eee bu da erkek cinsinin şansı işte 4 dakikada giyinip hazır hale gelebiliyosun.
babam, annem, oda arkadaşım, (üniversitede bizzat uyudum lan ben) ve şimdi de karım, uyandırın bakalım, ben bir emekli olayım göreceğiz saat 11'den önce kalkıyormuyum. şimdi bir düşündüm de 40 yıl var lan emekli olmama, yuh, bu tembellikle ölürüm ben o zamana kadar.

12 Ağustos 2009 Çarşamba

bulaşık makinesi mi? hmm


hayatıma erken yaşlarda girdi aslında, o zamanlar bu kadar içli dışlı değildik tabii ki, annem ilgileniyordu kendisiyle, daha çok o görüyordu, benim için evdeki başka bir beyaz eşyadan farkı yoktu aslında.

daha küçükken, bulaşık makinesi alınmadan hemen önce ortaya bir teori atmıştım, alınan bu beyaz eşyanın ilk başlarda devamlı kullanılacağını ancak daha sonra bir süs eşyasından farkı kalmayacağını hatta sadece bulaşık makinemiz var diyebilmek için alındığını söylemiştim.

her ne kadar annem gözlerinden ateşler fışkırarak söylediklerimi dinlememiş olsa da belli bir süre sonra benim dediklerim doğru çıktı. başlarda her gün kullanılan alet, daha sonra haftada bire saha sonra da "ne olacak canım iki dakika elimde yıkıyıveririm"e dönüştü.

evlenme olaylarına girdiğimde ise, bulaşık makinesi denen alet artık benim almam gereken bir sorumluluk parçası olmuştu, hatta hiç unutmam nişanlıma, bunu almamızın gerekmediğini annemin ne olacak canım iki dakika elimizde yıkıyıveririz teorisiyle anlatmaya çalıştım.

ancak böyle bir durum olduğunda, zamanında benim yüzümden alınmadığı için tüm bulaşığın başıma kalacağını anlamıştım ve hemen geri hamle yaptım.

şimdi mutfağımızın en nadide köşesinde duran bu yaratık, tarafımızdan düzenli bir şekilde kullanılıyor. ancak arkadaş öyle her şeyi de beğenmiyor,

örneğin tabak yıkamak istiyorsun bununla, öyle yağlı, içinde yemek kırıntısı olan tabakları beğenmiyor hasbam, illa temizleyeceksin yıkayacaksın öyle koyacaksın içine, işte ben de bunu anlamıyorum arkadaş.

defalarca mantığını anlamaya çalıştım, şimdi bulaşık denen hadise, örneğin bir tabağı ele alırsak, tabağın daha önceden deterjanlanmış sünger ile silinerek durulanmasından ibaret, başka türlü yıkayanlar versa bilemem tabii, bunu yıkadıktan sonra da bir bezle siliyorsun, ya da kuruması için bulaşıklık denen alete yerleştiriyorsun.

ee şimdi ben bu tabağı bulaşık makinesine koymak için neredeyse aynı işlemi yapmıyor muyum? bir tek durulama öncesi deterjanlı süngerle sileceksin be güzelim.

iki kişilik bir ailenin yemeğinden en fazla 3 tabak çıkar, ikisi yemek tabağı biri de salata, ee hadi yoğurt da ye etti 5 tabak, bir şeyler içmek istersen 2 tane de bardak ekle toplam 7 parça ekipman, tanesini 2 dakikada yıkasan en fazla 15 dakikada olayı bitiriyorsun zaten (herşeyi hesaplayan yazar)

işte ben o zamanlar nişanlıma bunu anlatmaya çalışmıştım, ancak beni tüm bulaşığı sen yıkarsın tehdidiyle püskürttü,

başlıktan da anlayacağın üzere tembelim mütemadiyen.. bulaşık makinesi dursun yeterki iş istemeyin benden
Not: çok bilmiş okur, su tasarruf olaylarını biliyoruz herhalde, ama bu da elektrik harcıyo ekstradan be

11 Ağustos 2009 Salı

askerim biçim biçim

madem yarın insanlar askere gidecekler, yaklaşık 1,5 sene önce yaptığım askerliğimden aklımda kalanları sizlerin hizmetine sunayım istedim. bir kişiye bile yardımı dokunsa ne mutlu bana

yazacaklarım kısa dönem askerlik yapacaklar için

neler almak lazım?

Kesin ve kesin olarak alınması gerekenler:

Boyun cüzdanı; Belli bir süre sonra herkesi tanıyosun ve artık cebinde taşımaya başlıyosun ama başlarda yatarken muhakkak kullanman lazım

Yeşil iç çamaşırı; valla her birinden 20şer tane aldım ben gerekirse kantinde de satıyolar, (laf aramızda belli bi süreden sonra çok ta sık değiştirmiyosun zaten çok ta umrunda olmuyo) tabii bunları askerliğini havacı yada denizci olarak yapmayacağını düşenerek söylüyorum, eğer öyle olursa onların beyaz giyme zorunluluğu var elinde patlar.

Yeşil çorap; bizde çorabın yeşil olması şarttı, ancak duyduğum kadarıyla bazı yerlerde ille de siyah olacak diyorlarmış, o yüzden çok fazla alma 5 tane al duruma göre acemilikten sonraki çarşı da siyah ya da yeşil alırsın zaten kantinlerde de satıyorlar, ayrıca çorabı uzun al, bot giydiğin için kısa konçlu çoraplara izin vermiyorlar.

Traş takımını koyman için traş kutusu; dolabının belli bir düzende olması lazım, bu yüzden traş kutusu al, ancak mika olanlardan alma olabildiğince basit fermuarlı çantalar var onlardan alırsan rahat edersin. Ben mika aldım 1 ay sonra paslandı, en güzeli bez olanlar

Banyo havlusu; askeriye banyo havlusu olarak çok küçük birşey veriyo, o yüzden yanında götür, mavi olursa iyi olur, dolabına koymana izin vermeyecekler ama çantanda durur banyo yapmadan önce alır kullanırsın.

Kitap; o kadar çok insan olmasına rağmen özellikle ustalıkta çok boş zamanın olacak ki, kafayı yememek için mutlaka kitap okumanı tavsiye ederim, yalnız abartma şimdilik 2 kitap yetecektir.
Saat; yazmama gerek yok herhalde casio’nun asker saati dedikleri modelden al bir tane 10-15 ytl falan olması lazım, sakın kendi saatinle gitme, heba olan çok saat gördüm.
Islak mendil; yazamayacağım kadar çok yerde kullandım. Bu 100’lük ıslak mendiller oluyo onlardan al
Çengelli iğne (10 tane); çarşafını yıkadıktan sonra yatağa serip bununla tuturman lazım ki her seferinde bozulmasın
Arko krem; Sabahları çok erken kalktığın ve iştimaya çıktığın için öncesinde ellerine suratına falan sürmen gerekecek ama ekstra çatlak kremi almana gerek yok bence
Ayakkabı boyası; askeriyede veriyorlar ama kaliteli bişey almanı tavsiye ederim, yalnız onun da çalınma olasılığı çok yüksek sen yine de al 1 tane

Telefon kartı; en çok kullanacağın şey olacak, bildiğim kadarıyla türk telekomun br hizmeti var, önceden para yatırıp şifre alıyorsun kart kullanmadan telefonla konuşabiliyorsun, öyle yapanlar çok rahat etti. Bir araştırırsan güzel olabilir, çünkü devamlı kart taşımak sinir bozucu olabiliyor.
Yara bandı; açıklamama gerek yok herhalde

Pudra; pişik olma ihtimalin yüksek

Küçük asker defteri; kantinde satıyolar gerçi ama derslerde lazım olacak

Siyah tükenmez kalem; askeriyede sadece siyah kalem kullanılır.

Tırnak makası

Çamaşır torbası

Çarşıya çıktığında giymek için teslim olurken üzerinde olanlar yeterli olacaktır, ekstradan kıyafet ayakkabı götürme ilk başta

Sevgilinin fotoğrafı, cüzdanına sığacak boyutta birt fotoğraf götür, dışarıda kalmasın, onu bile çalabilirler

Alıp almamak senin insiyatifinde olanlar;

Küçük kilit; ben giderken botları çalmasınlar diye kilitlemek için götürdüm ama hiç kullanmadım yine de 1 tane al istersen, dolapları kilitlemek yasak olduğu için zaten dolapta işine yaramıyor

Vatka; botlar vurursa botun arkasına koyarım diye götürdüm hiç gerek olmadı
Çatlak kremi; çok soğuk bir yere düşersen gerekebilir onun dışında arko krem yetiyor.

İlaç; ben vitamin ve ağrı kesici götürdüm, ancak yanında ilaç bulunması yasak, revire verip oradan alıyorsun, düzenli kullanman gereken bir ilaç yoksa ilaç götürme zaten ihtiyacın olursa revirden veriyorlar.

Diş macunu ve fırçası; askeriye de veriyorlar ben onu kullandım.

Deodorant; 3-5 milyona satılanlardan al, muhtemelen çalınacak (yer değiştirecek) da olsa bir süre sonra kendinden iğrenmeye başlıyorsun, kaliteli bişey götürmene gerek yok
Eşofman, spor ayakkabı, terlik, pijama vs. götürmene hiç gerek yok, orada veriyolar ve onları giymeni zorunlu tutuyolar

Götürmemen gerekenler;

Cep telefonu; kesinlikle gideceğin yerdeki insanları komutanları tanımadan götürme. En kötü ihtimal ilk 1 ay ankesörle idare edersin, yakalanma korkusu insanı daha kötü yapıyor.

Jöle; kesinlikle gerek yok yanında getirenlerle çok dalga geçiyorlar

Mp3 çalar; cep telefonu gibi bu da orayı öğrenene kadar götürme alırlar elinden

Porno dergi; kesinlikle yasak

Kolye molye cart curt takı;

Çok büyük bir çantayla gitme, çok malzeme götürmene gerek yok olabildiğince minimize etmeye çalış, eksiğin olursa da zaten çarşıya çıktığında alabiliyosun o yüzen herşeyden fazla fazla götürmene gerek yok. Bir de götürdüğün şeyler çok değerli olmasın çalınırsa da çok üzülmeyeceğin şeyler götürmeye çalış.

Bu yazdıklarımın hepsi kısa dönem için geçerli, astek olursan liste tamamen değişebilir.

Benim şu an aklıma gelenler bunlar; aslında asıl gereken şey sabır sadece sabır, bitmeyecek gibi geliyo ama sonunda bitiyo, bitiremeyen kimseyi görmedim daha

10 Ağustos 2009 Pazartesi

öğrenci evlerinin önlenemez değişimi

hey sen, yeni bir eve mi çıkıyorsun, en iyi kankalarınla ortaklaşa bir hayat mı süreceksin? bu işi aralıksız 7 yıl yapmış bir adam var burada, farklı kişilerle farklı evlerde!! gel ben sana başına gelecekleri anlatayım

her şey başlarda çok güzeldir. herkes yeni bir eve çıkmanın yurttan ya da ailesinin yanından ayrılmanın ve kendi evinin olmasının verdiği gazla bir sürü sözler verir kararlar alır.

bu kararların belirli evrimi vardır gel bunları irdeleyelim.

yemek yapmak: ilk başta çıkan kişilerden biri muhakkak ki çok iştahlıdır bu konuda, hemen şöyle bir söz gelir, abicim yemekler benden ama yemek yaptığım günler bulaşığa dokunmam, ne güzel değil mi? herkes çok mutlu olur, eve çıkıyorlar ve yemek yapacak birisi var, ne oalcak canım bulaşıkları yıkayıveririm iki dakikamı almaz zaten..

bulaşık : abi bu evde her şeyi sırayla yaparsak bir problem olmaz, her gün birimiz yıkar bulaşığı, hmm peki eve misafir geldiğinde ve çok kişi olduğumuzda o gece bana denk gelirse, ertesi gün sadece bir tabak olursa ne olacak, (evet doğru duydunuz çatlamalar başlıyor) eee abi herkes şansına küssün o zaman

temizlik : burada da cengaver gençler bulaşıktaki kuralı baz alıyor tabii, sırayla temizleriz abii, bu hafta ben banyoyu temizlerim sen yerleri çekersin, bilmem kim de camları siler.. hahahaha işte en çok buna .ötümle gülüyorum ben, canlarım benim camları silmekten falan bahsediyolar ütopik kuşlarım

oda paylaşımı : "abii şimdi zaten kura ile odaları belirledik, bir tane de ortak oda olur, televizyonu falan oraya koyarız, akşamları orada takılırız." ulen senin kız arkadaşın gelip aşk-ı memnu vb. diziler izlemek isteyince ben ne yapıcam, italya ligini telepatik yolla mı izleyecem

kira, su elektrik para mevzuları : genelde birinin üzerine yıkılır sonrasında da bu otomatik ödeme talimatı veren kişi internetine bile karışmaya başlar artık

alışveriş : abii beraber çıkalım alışverişe sonra 3'e böler herkes payına düşeni öder, tabi tabi daha sonra senin o gotik arkadaşınla içinde benim de payım olan bütün peynirleri ve salamları yiyince görücem ben seni

bu akşam benim hatun gelcek ortalığı temiz tutun ayakları : bak buna hiç girmiyorum bile

sonra ne mi oluyor; bak çok değil 5 ay sonrasını yazıyorum sana

- yemek yemek için bulaşık dağından alınan tabak ve ızgarayı önce yıkayıp, kullandıktan sonra aynı dağa gönderen insanlar

- temizlik sırasında uyulmadığı ve artık öyle bir sıra olmadığı için bok götüren bir ev, tiksinilen bir tuvalet

- herkes birbirinden nefret ettiğinden dolayı sadece evde kimse yokken kullanılan salon, evde birileri varken odasından çıkmayan insancıklar

- yapılan alışveriş sonrası yiyeceklere isim yazmalar, ya da kendi odasında saklamalar

- elemanlara internette kota aşıyolar diye kızdığın için ihtiyacın olmasa bile indirdiğin filmler

- evde görmemek için uğraştığın insancıklar, kampüste görünce selamlaşmalar falan..


ne?!?!?!

sizin ki farklı mı?

siz de olmaz mı öyle şeyler? siz çok iyi arkadaşsınız ve hepiniz titiz misiniz? en kötü kız arkadaşlarınız gelip temizler öyle mi?

bak 7 yıl farklı insanlarla farklı mekanlar diyorum sana, benim etrafımdaki kişileri de sayarsan tersini görmedim daha, çıkma demiyorum hobi olarak yine çık ama kankanla çıkma, bil ki eve çıktığından itibaren artık o senin kankan değil.

güldürmeyin olm beni..

7 Ağustos 2009 Cuma

murphy bırak peşimi lan

bu muhabbet her zaman olur genelde, murphy kanunu diye bir şey var, örneğin sınava girersin en can alıcı soru tek çalışmadığın yerden gelir, takım elbiseni temizleyiciden aldığın gün üzerine bir şey dökersin falan, bunlar her zaman olur.

ancak benim gibi tembel adamın üzerine çok geliyor bu murphy, ulan zaten tembellikten dolayı ayda bir anca yıkatıyorum arabayı, o da kendim değil haa, veriyorum adamlar yıkıyor.

eskiden böyle değildi hatırlarım aydın'da insanlar evlerinin önünde yıkarlardı arabalarını, hatta benim de babamın arabasını çok yıkamışlığım vardır. kurulama işini babam yapardı genelde, ben tembel olduğumdan kurulama yapmazdım, ancak arabanın üzerine hortumla su tutmak dünyanın en eğlenceli şeylerinden biridir.

şimdi tabi küresel ısınma, yok su kaynaklarının azlığı, yok yağmurların azalması falan filan derken araba yıkatmıyorlar kimseye, hoş yıkanabilse yıkayacağımdan değil de yine de nostalji yapayım dedim.

neyse konumuza dönelim, efenim şimdi ben ne zaman araba yıkatsam o gece yağmur yağıyor ama nasıl anlatayım bu bir - iki kere olan bir şey değil. ne zaman yıkatsam diyorum yaa.

örneğin dün akşam, artık arabamın rengi siyahtan sarıya döndüğü için yıkatayım dedim, ki siyah çok kir tutuyor, yıkattım verdim parasını koydum garaja, sabah bir kalktım istanbulda yağmur var, her yer ıslanmış.

yani böyle küresel ısınma falan ayaklarını geçin abicim, yağmur duasına falan da çıkmanıza gerek yok, buradan yetkililere sesleniyorum ne zaman ki yağmur yağmasını istiyorsunuz arayın beni, ben arabamı yıkatırım, para da istemem, insanlık adına yapacağım valla bak.

6 Ağustos 2009 Perşembe

kandil telefonları


kandil akşamları tabii ki tüm müslüman camiası tarafından kutlanan ve dualarla süslenen bir gece.

ama olay bende ve benim çevremde bu şekilde gelişmiyor. kandilin misyonu insanları arayıp kandillerini kutlamak olayını geçemiyor. şimdi tabii hepimiz müslümanız hepimizin cüzdanlarında din kısmı islam olarak geçmekte ve hepimiz inanıyoruz, az ya da çok inanıyoruz bu ayrı bir tartışma konusu. ancak benim sıkıntım başka!
ailem benden uzakta yaşadığı için (arada yaklaşık 750 km bir uzaklık var) kandil geceleri mutlaka onları arayıp kandiliniz mübarek olsun dememi bekliyorlar. şimdi bu ne kadar zor olabilir di mi? işte gel gör ki bu bana zor geliyor arkadaş, tebelim ve bu tembellik yüzünden bir gün ailem reddedecek beni.

bir de bekleneni yapmama hastalığı var bende galiba, bir şey yapılması bekleniyorsa onu yapmamak için sonuna kadar diretiyorum. şimdi dün gece kandildi ve tüm gece eminim ki bizimkiler telefon başında benim onları arayıp kandillerini kutlamamı beklediler.

yapay geliyor bana böyle şeyler, hani, gerçekten bunu bir şekilde özümseyerek, ne bileyim camiye gidip namaz kılarak ya da mevlid dinleyerek geçiren bir adam olsam tamam kardeşim arayayım kutlayayım hatta yeri geldiğinde dualar edeyim onlar için.

ama işten yorgun argın çıkıp, normal bir akşam şeklinde geçirince bir de karşı tarafın illa böyle bir şey yapmamı baklediğini bilince olmuyor olamıyor. arıyorum ama yarım ağız ve bunu yapmaya programlanmış bir robot gibi konuşarak.

eminim şimdi siz , "ulan amma uzattın sonuçta 5 dakikanı ayırıp anneni babanı arayacan ne var bunda" diyorsunuz. ancak bu arama meselesi değil ben bu gece de ararım onları, kandil olunca ise mecburiyetten aramanın ve bunu mecburiyetten yapmanın verdiği bir rahatsızlık oluyor bende. ha aynı şeyleri bir de kayınvalide kayınpeder için de tekrarlıyorsun tabii ki. o daha da facia.

böyle şeyleri de çok beceremeyen bir insanımdır zaten, telefonda iki kelime de kuramıyorum, olay iyice saçmasapan bir hal alıyor.

neyse ailemizi aramak iyidir. onları hep arayalım, sevelim (yazar son cümleyi "bir gün annem bunları okursa beni öldürür" şeklinde düşünerek yazdı)

5 Ağustos 2009 Çarşamba

garsonlar beni görmüyorlar

şimdi hatunla güzel bir yere gidiyorsun, hemen etrafında bir garson ordusu, hoşgeldiniz efenimler, ne arzu edersinizler, menüyü gözüme doğru sokmalar falan insanı havaya sokuyorlar

bir de ilk kez gittiysen güzel bir izlenim bırakmak için daha da bir kasıyor abiler tabii ki, ulan zaten heyecanlıyım, yemeğe çıkmışım, belki karşıdakinin aklını almaya çalışıyorum, ya da etkilemeye çalıştığım bir arkadaşımla çıkmışım bir de garsonlar böyle hareketler yapınca iyice gaza geliyorum, kendimi bir şey sanmaya başlıyorum.

gidip menüdeki en alengirli şeyleri ısmarlıyorum, eşim her seferinde bildiğin şeyleri ye en azından karnın doysun dediği halde, ben değişik maceralara atılıyorum aklımca, en alengerli ve tabii ki en pahalı yiyecekleri istiyorum. sonunda önüme kuş kadar (kuş dediysem minik serçe) bir et parçası (bilmem ne ile marine edilmiş) getiriyorlar, yanında iki tutam yeşillik bir de sos adı verdikleri değişik renklerdeki sıvıları gezdiriyorlar üzerinde al sana egzantirik yemek. bir de benim gibi bir adamın bununla doymasını bekliyorlar.

neyse yemekleri ve içecekleri içiyoruz, tatlı kısmında yemek isimlerinden yediğim kazığın aynısından yememek için, kadıköy rıhtımda da yiyebildiğim sütlü tatlılardan söylüyorum en azından açlığımı böyle gidermeye çalışıyorum.

neyse yemek bitiyor ben doymamış bir şekilde hesabı alayım da bir an önce eve gidip bir şeyler atıştırayım telaşındayım.

işte o an, garsondan hesabı isteyeceğim an...

sanırım bu garsonların belinde bir cihaz var, kim ki hesap istemek için garson aramaya başlasa hemen bu titreşerek onlara haber veriyor ve kaçışmalarını sağlıyor.

tüm yemek boyunca değişik muhabbetler açıp, aç kalma uğruna farklı yemekler deneyen ben, birden tüm yemek boyunca yaptığım karizmayı yerlerde süründürmeye başlıyorum. her türlü el hareketini yaptığım halde hiç bir şekilde garsonların ilgisini çekemiyorum, halbuki bir baksalar bana, hemen elimle havaya bir amza atacağım ve hesabı istediğimi belirteceğim kendilerine.

uzun uğraşlar verdiğim halde beni hiç bir şekilde kaale almayan garson karşıdaki kişinin en ufak bir hareketi ile dönüp bakıyor. karşıdaki kişi yıllardır hesap isteyen bir görünümde artık, 1 - 0 öne geçti, hani derler ya doksana takıyor golü, ben ezik ve restoran içinde her türlü şebekliği yapmış bir şekilde tabağımda sütlü tatlıdan kalan kırıntıları sıyırıyorum ve bu hareketimle bir gol daha yiyerek geceyi mağlup tamamlıyorum.

içime oturuyor, açlığım da geçiyor bu sayede, her seferinde olduğu gibi bu sefer de garson abilerin bellerinde taşıdıkları alet devreye giriyor işte.

internet kesintisi arkadaşlığı

"internet olmadan önce ne yapıyormuşuz biz" dedi iş arkadaşım, iş arkadaşım dediğime bakma, arkadaşlık aynı iş yerinde çalışmaktan dolayı oluşan bir durum, yoksa tanımam etmem aslında. masamın yanına gelip önümdeki sandalyeye oturdu. şimdi internet gelene kadar çekmek zorunda kalacağım bu muhabbeti.
aynı şey küçükken elektrik kesildiğinde yaşanırdı. mum ışığının oluşturduğu o garip ambiyansta, yıllardır aynı evde yaşadığı halde konuşmayan bizler, televizyonun çalışmaması sonucu birbirimizin suratına bakmak ve muhabbet etmek zorunda kalırdık. ailemle ilgili gerçekçi bilgileri sadece o gecelerde aldığımı düşünüyorum.

şimdi internet gidince tabii, iş arkadaşları ile de aynı şekilde, bütün gün aynı ofisin içinde oturan ama gerçek hayatlarında neye benzediğini bilmediğim adam önümde oturuyordu. "eeee" dedi "nasılsın bakalım" yaşça benden büyük olması bana karşı bakalımla biten afacan cümleler kurmasını sağlıyordu. konuştukça ne kadar boş bir insan olduğunu daha net görüyorsum ama çaktırmıyordum. her zamanki tembelliğimden gem vurarak ufak şakalar yapıyor internetsiz bu anın bir an bitmesi için zaman geçiriyordum.

ya da bir telefon gelmeliydi ve ben gözlerimi büyükçe açarak " aaaaa" " hadi yaa" minvalinde (uuuv) kelimeler kullanıp "abii kusura bakma acil bir durum oluşmuş, bir bakayım şuna deyip sıvışmalıydım"

tam bu duaları ederken gerçekten telefonun çalması ve benim ortamdan kaçmamı ise tamamen kaderin güzel ellerine bırakıyorum.

internet olmadığında yapacağım şeyler listesi oluşturmam lazım bir an önce, bilgisayarda internet dışı uğraşılacak işleri bir kenara ayırmam lazım. valla bak düşündüm de internet olmadan önce ofislerde ne yapıyormuş insanlar

1 Ağustos 2009 Cumartesi

cumartesi çalışılır mı?

ulan zaten yaz, havalar sıcak (gerçi bugün yağmur var istanbul'da ama genel itibari ile sıcak) yaz olması insanların teker teker tatile gitmesi sebebiyle de doğru düzgün iş te yok.



bütün bunlara rağmen günlerden cumartesi ve bendeniz buradayım, işimi de severim hanigeleyim çalışayım no problemo, ancak iş yoğunluğunun azaldığı bir dönemde en azından cumartesileri vardiya usulü bir hafta gelip bir hafta gelmemek gibi bir olay olsa ne güzel olur aslında.



insan eşiyle bir yerlere gitmek iki gün kaçamak yapmak istiyor mesela, yapamıyorsun cumartesi 14:00'e kadar çalışıyorum ama o saatten sonra ne yapabilicen nasıl bir plan kurabilicem ki yani.



ben cumartesi sabahı arabayla işe gitmek için kozyatağı tarafına dönerken, bir bakıyorum yanımdaki arabalar kahvaltı yapmak için moda tarafına dönüyor, adalet mi bu dünya



cuma gecesi içmeye de gidemiyosun böyle olunca, işin kötü tarafı yönetim toplantılarını da cumartesi sabahına aldılar şimdi, zaten cuma akşamları dışarı çıkamıyordum şimdi ertesi gün dinç olayım diye hiç adımımı atamıyorum.



cumartesi çalışmayanları nasıl özeniyorum aslında, bir bilseler kıymetini, düşün lan iki gün üstüste işe gitmiyosun uuuuuuvvvv, mesela bazen bayram falan cumartesiye denk geliyor gitmiyorum işe, o iki gün tatile çıkmışım gibi oluyor, ulan insanlar bunu her hafta yapıyor be.



neyse efenim bir cumartesi sabahı daha her cumartesi sabahı olduğu gibi işimizdeyiz, buna da şükür cumartesi gelmesek yavv, diye diye hafta içi de gelmediğimiz bir işsizlik durumumuz olmasın da, aman tahtalara vurayım tak tak tak.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails